22 Kasım 2012 Perşembe

Hayat su gibi akım giderken...

Canım kızım, kuzum, yavrum,
Uzuun bir aradan sonra, bloğa hangi birini yazacağımı bilemediğim olayları özetlemek üzere geldim. Gerçekten çok uzun zaman olmuş, sen daha yaşını bile doldurmamışsın ben bloga yazmayı bıraktıgımda, halbuki " 31 Mart nedir?" "Elif'in ilk adımlarıdır." diye arkadaşlarla bu espriyle paylaştığım senin ilk adımlarını buraya not etmedim, doğum gününün ve aynı zamanda kına gecenin ne kadar kalabalık, senin ne kadar güzel ve mutlu, hediyeleri açarken nasıl heyecanlı olduğunu da buraya not edemedim. Hemen gelecek ay yani mayıs ayında kaderimizi değiştiren tayin olayından da bahsedemedim, halbuki onu yazmayı her şeyden çok istemiştim nedense. Muş'ta yeni başlayan hayatımızı, yeni ve üzücü olayla başlayan hayatımızı, babanın hazin olayını ve bu olayın üzerimizdeki olumsuz etkilerini de not edemedim bu sayfalara. Senin bütün bir aile ortamında yetişmen için geldiğim bu yerden kaç kere suçlanarak gönderilmek istendiğimi de not edemedim buraya. (belki bu satırları daha sonra silerim.) Sonra senin nasıl büyümekte olduğunu da not edemedim. Ankara'da ne de güzel gezdiğimizden (kronolojik hata oluştu sanırım.) Aaa nasıl unuttum, yavrum güzel kızım, sen Ankara'da ve öncesinde Muğla'da toplamda iki ay boyunca kurup rahatsızlığıyla boğuştun ve en son Ankara'da 7 doz ventolin buhardan sonra muş'a geliş yolunda hastalığını atlattın, tabii maalesef antibiyotik kullandık, bunları da unuttum yazmayı, fırsatım olmadı.
Ama bana bir sor "Anneciğim neden yazmıyorsun, not düşmüyorsun diye?" tabii ki biraz tembellik biraz da senin uyku problemin kuzum. Maşallahın var anneciğim, bir yetişkinden daha az uyuyorsun neredeyse. :)
Neyse Muş'a bir şekilde geldik, yerleştik ve üzgünüm ben çalıştığım için sana bir bakıcı bulduk, umarım sana iyi davranıyordur, gözümle gördüğüm iyi davranıyor, her sabah seni ona bırakıyoruz, her akşamüstü de seni oradan alıyoruz. Şu anda gitmekte olduğum okulumdan ben nefret ediyorum, :) hala Söke'yi çok özlüyorum, çok arıyorum ama artık ağlamıyorum.
Bu arada sen koca kız oldun. Hemen hemen her dediğimi anlıyorsun, bana güzel tepkiler veriyorsun, hatta geçenlerde alışveriş merkezindeyken yelegini çıkarmak istemiştim de kaldır ellerini anneciğim dediğimde sen kaldırınca mağazadaki kadın şaşırıp, "aaa anladı" demişti. Halbuki kadının bilmediği bir sır (bence sır) vardı orada senin anlamanda ben seni en başından beri her şeyi anlıyormuş gibi büyüttüm, büyütmeye çalışıyorum. Biliyorum ki sen yahut diğer tüm çocuklar denilen her şeyi gayet de güzel anlıyorlar ancak biz sizi küçük diye düşünüp anlatmayarak sizin gelişiminizin önüne geçiyoruz. Ama ben bunu yapmıyorum, hah! hatta bak ne geldi aklıma, çamaşırları makinadan birlikte çıkarıyoruz, sepeti de birlikte taşıyoruz ve de varış noktasında sen kendini bir güzel alkışlıyorsun, mesela bulaşık makinasını birlikte boşaltıyoruz, sen bana -çok korkuyorum düşüverirsin diye ama sana belli etmiyorum, bardakları tek tek veriyorsun, çay bardağını verirken çay çay diyorsun, su bardağını verirken "şu, şu" diyorsun, kendi bardağını görünce pepeee diye bağırıp alkış tutuyorsun :) ve gerçekten ama gerçekten makinayı birlikte boşaltıp çok çabuk bitiriyoruz. :)
Şimdi uyumam lazım, baban da yok, sabah kalkamayız:) bir dahaki sefere, nasıl konuştuğunu, neler konuştuğunu, hangi mimiklerinin geliştiğini, evimize giren kediyi ve senin tepkini, atları, asansörde nasıl kaldığını geceleri nasıl da uyanıp "düt düt " diye evin içinde araba sürdüğünü anlatacağım...
Seni çok seviyorum anneciğim, kelimeler seni anlatmaya yetmiyor, seni yaşamak lazım, bayramda el öpmeyi öğrettiğimizde öğrendiğin şekliyle ellerini uzatıp "ep ep" dediğin haliyle ellerini, minik ellerini öpüyorum...