29 Temmuz 2014 Salı

zaman akip gidiyor iste

Öyle akıp gidiyor işte... umutsuzluğumu, mutsuzluğumu yazmak için mi geldim sanki? Hayır ama yazacak bir şeyi olmayınca insanın....

9 Mayıs 2013 Perşembe

Her yerde sen varsın :)

Tatlım, canım kızım, kuzum,


Seni emanet etmek için bir telaş hazırladığım evden çıkınca, tekrar gelmek için saatleri sayıyorum inan ki! Çıktığımız eve beraber girip, kaldığımız yerden devam edelim istiyorum, beraber oynadığımız oyunlara. Seninle seni oyalamak için değil, seninle gerçekten oynuyorum oyunları ki bugün alnını koşarken kapıya çarpmanın da sebebi bu:) Gün geçtikçe kendini daha iyi ifade ediyor, oynamak istediğin oyunu söyleyebiliyor, kartlarda eşleştirme yapabiliyor, tahta yapbozda aslanı yerine oturtamayınca da "olmuyo, olmuyo" diye söyleniyor, halbuki numara yapıyor oluyorsun, benden yardım istiyor ve de ben yerleştirince de çok ince, güzel bir tebessüm lütfediyorsun bana. Gün geçtikçe, daha çok şey biliyorsun öğreniyorsun, ve bana da sanki her şeyi biliyormuşsun gibi geliyor, sanırım bunun adı da annelik. Çamaşır makinasını birlikte boşaltıyor, bulaşık makinası birlikte yerleştiriyoruz, çok iyi bilgisayar kullanıyor, öyle ki tuşlarının yerlerini bile değiştirdin :) 9a basınca c , m'ye basınca 0 çıkıyor, bir keresinde de ekranı yan döndürmüştün, inan ki çok harikasın  ama son günlerdeki performansın beni geleceğe dair çok ama çok umutlandırıyor. Sen artık ütü de yapıyorsun anneciğim:).
Gün geçtikçe büyüyorsun tatlım, öyle ki babanla beni hayrete düşüren kelimeler kullanıyorsun. Örneğin bu akşam yemekte, babanla ben karşılıklı sen ikimizin ortasında mama sandalyenle masada baş köşeyi almış oturuyordun, baban afiyetle sana yemeğini yedirdi, yedirdi, yedirdi ve sen sonunda çok net bir şekilde "doydum" dedin. :) Babanla bakışlarımız kesişti ve tebessüm ettik birbirimize sevinç dolu.
Gün geçtikçe büyüyorsun canım, bugün iki kelimeli cümle de kurdun sen "papalı, şık papalı" yani ışık kapalı dedin.

Gül...

Gül...
Mana olarak çok şey ifade eden bu kelime benim için seni anlatıyor annem...
Gül; benim için sensin tatlım, gül nasıl güzel kokan bir çiçekse sen de benim güzel kokan bir çiçeğimsin annem.
Gül; gülmek, gülüş, benim için senin gülüşündür annem... Hani dudaklarının yanaklarına doğru yayılmasıyla ve dişlerinin de üst dudağının arkasından belirmesiyle meydana gelen o hal, hani o halin gözlerine yansıması, o yansımanın bana mutluluk, yaşama sevinci, umudu olması, beni rahatlatmasıdır senin gülüşün.
Seni o kadar seviyorum ki; hele de şu son zamanlarda dillenmelerin, hani hep maşallah konuşkan bir bebektin de ama şu son zamanlardaki kendince ifadelerin ne de güzel değil mi annem? Mesela bana, seni çokça öptüğünde "Git! Giiitt! Git evine git" deyişin, kediye bağırıp bağırıp da sesini duyuramadığında " Tediii bene(!) bak" deyişin, anneciğim bu senin bu da benim dediğim zaman senin olanan senin benim olana da benim deyişin, ve şimdi aklıma gelmeyen, ama söylediğinde bizi kahkahalara boğan o ifadelerin... Ne güzel ne de güzel değil mi  tatlı kızım. Artık kendini güzel ve anlaşılır şekilde ifade edebiliyorsun, hatta bakıcında neler yaptığıını da söyleyebiliyorsun. Mesela ben sana hiç ders yapmaktan bahsetmemişken, sen bir gün bana "anne ders yapcam" dedin ben ne şaşırmıştım... Bunun gibi şeyler, mesela ingilizcen :) "fish öldü" "tongıl tongıl lidıll sıtaaa haav ayy vooonn vaaaa" yani twinkle twinkle little star, how ı wonder what you are, biliyor musun ben ne zaman elime bilgisayarı, tableti, minibooku alsam sen "anneee tiinkıll aç" diyorsun da elimde ne varsa alıyorsun, kediye cat, yıldıza star diyorsun, ama balıgı her gördüğünde mutlaka fish diyorsun, bilmem ingilizcen ileride nasıl olur?
Son zamanlarda kitap okuyoruz beraber, gördüm ki Burcu teyzen Ege ile okuyor, ve bana da okumam konusunda bilgilendirmede bulundu, ben de okuyorum sana , hatta sen okumamı istiyorsun, çok seviyorsun, ezberliyorsun, babana da defalarca aynı hikayeyi okutuyorsun, bazen de sen ona anlatıyorsun. Ne güzel şeyler bunlar anneciğim.
Baban sana hayran, taa aylar önce senin burnun akarken, ben bloga not düşmeye gelecektim, ama olmadı... Ne fark eder şimdi de yazabilirim o duygularımı ki dün gibi aklımda; bir gün sen hafif hastalandığında burnun sürekli akıyordu ve baban şöyle bir cümle kurdu; " Cebimde peçete taşımalıyım kızımın burnu akıyor." bilmem ne ifade ediyor bu cümle senin için şu anda ama inan ki baban seni çok seviyor, o kadar seviyor ki anlatamam. Seninle o kadar ilgileniyor, o kadar ilgileniyor ki anlatamam.  Geceleri baba süt deyince sen, hemen kalkıp süt ısıtıyor, yahut su istediğinde kalkıyor sana su getiriyor veya birlikte gidip içiyorsunuz, bir de gelirken bana da getiriyorsunuz iyi mi! Mesela sabahları ben işaret ediyorum babanı kaldır diye, sen de gözlerinle onaylayıp, başını da hafifçe öne sallayarak babana yöneliyor ve babaa kaalkk kavaltı yap diyorsun, çok güze baba diyorsun, baban da dayanamıyor, kalkıyor, sana ne yapayım diye sorduğunda sen yemesen de acı diye, "şucuk" diyorsun. Kitap okuyor ya sana mesela ben çok şaşırıyorum, neden mi bilmem, okumaz diye düşünüyordum ama hayretle sana aynı kitabı sen ona "baba oku" dediğinde okuyuşunu izliyroum, içimde inanılmaz büyük bir mutluluk ve huzur, defalrca okumanızı izliyorum. Mesela baban asla üniforması varken iş çıkışı asla alışveriş yapmaz, ama sen ona telefonda " baba çilek al" diyorsun, o da akşam ggelirken alacağını söylüyor ve bir de bakmışız ki bana üniformasıyla çilek alamayacağını söyleyen baban, akşam elinde bir poşet çilekle beliriveriyor. İnan ben istesem yapmaz, ama seni asla kırmıyor. Lakin bazen kendine zarar vereceğin şeylerde sana yüksek sesle müdahale ediyor, sen de " annneeee baba tızzdıı" diyorsun o zaman biraz bozuşuyorsunuz. :) Mesela çoraplarını çıkarıyorsun, baban bu sefer de  bana kızıyor neden giydirmiyormuşum diye... Hepsi bir yana da baban seni öperken çoğu zaman ne diyor biliyor musun? " Keşke benim babam olsa da beni böyle öpse, keşke benim babam da beni böyle öpseydi." Baban seni çok öpüyor ya Elif, böyle sen bazen bir yandan gülüp bir yandan da " anneee" diye bağırıyorsun hani, sanki kurtulmak istiyormuş gibi ama hoşuna da gidiyor hani :) işte o anlarda bırak baban seni öpsün anneciğim. Bırak seni doya doya öpsün, öyle ki ilerde sen deme "keşke babam beni çok öpseydi" diye...

Konu nereden nereye geldi yine, ama işte bunlar geldi içimden yazmak istedim, canım bir tanem, evimizin neşesi, bir taneem, seni çok seviyorum annem... çok!

18 Şubat 2013 Pazartesi

No title.

Eğer yıllardan 1960 olsaydı, ve ben senin annen olsaydım nasıl olurdu acaba şu anımız Elifciğim. Uyumamakta ısrar ettiğin şu dakikalarda sana kızıp, seni zorla sallaya sallaya uyutabilirdim belki, ama şimdi öyle mi sabrediyorum, yarın 8 saat dersim olmasına rağmen uyumamana sabretmeye çalışıyorum. Zira sabır yaşanıldığı anda zordur tatlım. Sonrasında ise umut vardır, mutluluk vardır. Ben sana olan sabrımın çok ileriki yıllarda bana dönüt olarak ulaşıcağını düşünüyorum. Güzel bir çocuk sonrasında yetişkin ve mutlu bir birey olacağını umuyorum. Bakış açının bardağın dolu tarafından geçeceğini umuyorum. Tabii tüm bunları umarken ve bunun için çaba gösterirken olur da sabredemeğim şeyler zuhur eder de ben tuhaf kararlar almak durumunda kalırsam senden şimdiden özür diliyorum.
Seni seviyorum.

7 Ocak 2013 Pazartesi

Kar tanem:)

Karlar düşer, düşer düşer ağlarım diye bir parça vardı benim çocukluğumda ve Akrep Nalan söylerdi bu parçayı.
Dün itibariyle müthiş bir kar yağışı başladı anneciğim Muş'ta, öyle ki okullar yarın tatil. :) Seninle doya doya oyun oynacağım bir gün planlıyorum, çünkü bütün işleri bitirdim hafta sonu olduğu için.
Birbirine değmeden ve de hepsi birbirinden farklı kar taneleri düştükçe yeryüzüne, yüreğim kıpır kıpır ediyor hem sevinçten hem kederden. Sevinçten kıpırdıyor, çünkü karı izlemek, her tarafın bembeyaz olduğunu görmek ve de senin kara olan tepkin çok güzel. Bu sabah uyandığımızda sürpriz kar bizi tüm güzelliğiyle karşılarken sen de seni bıraktığım koltuğun üzerinden çok büyük hayretler, çok büyük sevinçler içinde izledin. Hatta sana "kartopu oynayalım mı dışarı çıkıp" diye sorduğumda sen ilk kez duyduğun bu kelimeyi tar pop şeklinde tekrar ettin ve beni çok güldürdün. Hatta (şu anda hangi sebepten bilemiyorum, ne fotoğraf ne de video ekleyemiyorum.) baban çarşıdan dönerken "kızımı hazırla, kartopu oynayacağız" dediğinde o da sen de ve de beni aranıza pek almasanız da ben de çok sevindim. Kardan adamı baban, kardan tavşanı da ben yaptım. Birbirimize kar attık. Hah, bugün gerçekten çok eğlendik annem.
Ancak bu kar beni sabah gördüğümde şu yüzden çok endişelendirdi, önümüzdeki 3 hafta seni bakıcıya nasıl götüreceğim? Hala da kaygı dolu düşünüyorum. Sabah sıcacık evden çık, kara bata bata arabaya bin, çalışırsa tabii, buz gibi otokoltuğuna otur, ve git... Sana bunları yaşattığım için üzgünüm kızım.Bilmiyorum bir mazaret olur mu ama bunları da sana daha iyi bir gelecek sunmak için yaşattığımı bil...
Seni seviyorum kar tanem.

16 Aralık 2012 Pazar

Atamalar belli ve annen...

Bu arada güzel kızım,
annen artık Muş Fen Lisesi öğretmeni oldu. Tabii bu da düzenimizin değişmesi, senin daha erken kalkman, daha soğuk havada dışarıya çıkman, beni daha geç görmen ve de daha çok yorgunluk ve de daha çok yorgunluk anlamına geliyor. Bakıcımız ilk başta gelerim demesine rağmen sonradan karar değiştirip gelmedi lakin kendisi sana çok güzel baktığı için (Şenay Teyzen kadar olamaz kimse) ve de sen ona alıştığın için ve de başka kimse olmadığı için biz onunla yolumuza devam ediyoruz. Hadi bakalım hayırlsı, ama tabii ben acaba lisenin lojmanlarında boş yer var mıdır ve oraya yerleşebilir miyiz diye de aklımdan geçirmiyor değilim, sen ve ben...

İçimden yazmak gelmiyor.

Canım kızım,
Ancak yaşanarak anlaşılabilecek duygularımı, artık yazmak gelmiyor içimden, en azından bu aralar. Ama şunları not etmek istiyorum;
  • bu sabah kalktığında ben uyuyorken, bana "kalk, kalk!" dedin, az önce uyandığında ve de koşarak yanına gittiğimde bana "yat,yat!" dedin elini yatağa vurarak. Gün geçtikçe ifadelerin gelişiyor, değişiyor. Daha çok anlıyor, daha çok sinirleniyorsun. Sanırım şu yüzden anlıyorsun, yapıyorsun dediğim şeyleri ancak bazen ama bazen ben senin ne demek istediğini anlamıyorum işte o zaman ya da tehlike bir işin peşindeyken seni uyardığım zaman, ya da sen izlemeye daldığında yahut dalar gibi olduğunda televizyonu kapattığım zaman, babanın bana öğretmenler günü hediyesi olarak aldığı tablette kediyi açmadığımız zaman, veya açtığımız zaman "tedi, tediiii" diyerek ağlıyor, kızıyorsun.
  • her günün bir önceki günden daha güzel. Hayatımda bir renk bir nefessin. Yaşama sevincim ve de umudumsun. (kuzey güney dizisindeki handan hanım gibi konuştum hah!)
  • ve seni seviyorum, yine ve yeniden.

3 Aralık 2012 Pazartesi

İlahi Elif çok komiksin...


Canım kızım, keyifli bir pazar sabahında, açlıktan bir o yana bir bu yana kendini atarken, dün yaptığımız, BİM _yeni açılan bime gittik bu arada- alışverişinden bir hevesle babanın aldığı yufkaların, annen tarafından kaşarlı-sucuklu gözlemeye dönüşmesini beklerken, sonunda muradına erdiğinin fotoğrafıdır aşağıdakiler. Bir anneye ancak bu şekilde teşekkür edilir heralde:) Anneciğim, senin yaptığın babamın pişridiği gözlemeler o kadar güzeldi ki, babamın ağzıma ardardına tıkıştıra tıkıştıra yedirmesi, araya tahin pekmezli ekmek yedirmesi, kendimin de sütlü yumurta atıştırmalarım beni doyurmadı da o yüzden masanın tam ortasına yerleştim der gibi yerleştin ve bir gözleme dilimi daha yedin, sonuçlarını burada anlatmayacağım.
(fotografı şimdi ekleyemiyorum.)
Bugün yaptığın komik olay ise, inan çok güldüm, ben kahvaltı bulaşıklarını yerleştirirken bulaşık makinasına sen kaşla göz arasında, yumurta fırçasını alıp, üzgünüm ama ağzına soktun ve ben "Elif pis o anneciğim getir onu buraya çabuk" dediğim ,anlatılmaz yaşanır :))) mutfaktan koşarak salona babanın yanına gittin ve bu arada elindeki suç aletini de bir heyecanla attırıverdin. İnan en çok buna güldüm, hani zaten komik bir koşuşun var bir de o telaşta fırçayı attırıverdin yaa, hala gülüyorum hala gülüyorum. Canımsın, tatlısım, tatlımızsın, babanın bombiş kızısın, anlamını büyüyünce kendisine sorarsın. Yaptığın her hareket, her hareketlilik, televizyon sehpasına çıkmaya çalışman, sehpanın üstüne çıkıp oradan bizi selamlaman, koltukların üstüne çıkıp "hoppaaa" diyerek olduğun yerde zıplayıp mıçının üstüne oturman bizi ne kadar telaşlandırsa da ne kadar yorsa da kendimizi sana kızıp, bağırmaya höyt demeye hazırlarken gülüyor, tebessüm ediyor buluyoruz. Babam kucağında bilgisayar otururken, bilgisayarını kapattığında ya da bilgisayarın üstüne oturup babanın kucağına oturduğun sadece gülüyoruz. Bir de kızgın kızgın kapatın der gibi bağrımıyor musun hemen hizaya giriyoruz... Canım, tatlım, bombişimiz....
Seni seviyor ve sana çok gülüyoruz :)))

2 Aralık 2012 Pazar

Derya -Deniz

Söke'deyken deniz kenarında değildi evimiz ama ne zaman içimiz rahatlasın istesek giderdik denize, kıyısında dinlenirdik, bir yudum çay içer, soluklanır, deryalara bakar, bir ufak muhabbet eder, yenilenirdik, kısacık zaman diliminde sen ve babanla gittiğimiz yerlerde... ya şimdi?.... İnsan deniz olsun da uzaktan bari izlesek, izlesek de dinlensek diyor şimdi, bu çorak, kuru memlekette...

Henüz Söke'deyken... Kitap okurken balonun üstünde uyuyakalmıştın annem.
 

 

22 Kasım 2012 Perşembe

Hayat su gibi akım giderken...

Canım kızım, kuzum, yavrum,
Uzuun bir aradan sonra, bloğa hangi birini yazacağımı bilemediğim olayları özetlemek üzere geldim. Gerçekten çok uzun zaman olmuş, sen daha yaşını bile doldurmamışsın ben bloga yazmayı bıraktıgımda, halbuki " 31 Mart nedir?" "Elif'in ilk adımlarıdır." diye arkadaşlarla bu espriyle paylaştığım senin ilk adımlarını buraya not etmedim, doğum gününün ve aynı zamanda kına gecenin ne kadar kalabalık, senin ne kadar güzel ve mutlu, hediyeleri açarken nasıl heyecanlı olduğunu da buraya not edemedim. Hemen gelecek ay yani mayıs ayında kaderimizi değiştiren tayin olayından da bahsedemedim, halbuki onu yazmayı her şeyden çok istemiştim nedense. Muş'ta yeni başlayan hayatımızı, yeni ve üzücü olayla başlayan hayatımızı, babanın hazin olayını ve bu olayın üzerimizdeki olumsuz etkilerini de not edemedim bu sayfalara. Senin bütün bir aile ortamında yetişmen için geldiğim bu yerden kaç kere suçlanarak gönderilmek istendiğimi de not edemedim buraya. (belki bu satırları daha sonra silerim.) Sonra senin nasıl büyümekte olduğunu da not edemedim. Ankara'da ne de güzel gezdiğimizden (kronolojik hata oluştu sanırım.) Aaa nasıl unuttum, yavrum güzel kızım, sen Ankara'da ve öncesinde Muğla'da toplamda iki ay boyunca kurup rahatsızlığıyla boğuştun ve en son Ankara'da 7 doz ventolin buhardan sonra muş'a geliş yolunda hastalığını atlattın, tabii maalesef antibiyotik kullandık, bunları da unuttum yazmayı, fırsatım olmadı.
Ama bana bir sor "Anneciğim neden yazmıyorsun, not düşmüyorsun diye?" tabii ki biraz tembellik biraz da senin uyku problemin kuzum. Maşallahın var anneciğim, bir yetişkinden daha az uyuyorsun neredeyse. :)
Neyse Muş'a bir şekilde geldik, yerleştik ve üzgünüm ben çalıştığım için sana bir bakıcı bulduk, umarım sana iyi davranıyordur, gözümle gördüğüm iyi davranıyor, her sabah seni ona bırakıyoruz, her akşamüstü de seni oradan alıyoruz. Şu anda gitmekte olduğum okulumdan ben nefret ediyorum, :) hala Söke'yi çok özlüyorum, çok arıyorum ama artık ağlamıyorum.
Bu arada sen koca kız oldun. Hemen hemen her dediğimi anlıyorsun, bana güzel tepkiler veriyorsun, hatta geçenlerde alışveriş merkezindeyken yelegini çıkarmak istemiştim de kaldır ellerini anneciğim dediğimde sen kaldırınca mağazadaki kadın şaşırıp, "aaa anladı" demişti. Halbuki kadının bilmediği bir sır (bence sır) vardı orada senin anlamanda ben seni en başından beri her şeyi anlıyormuş gibi büyüttüm, büyütmeye çalışıyorum. Biliyorum ki sen yahut diğer tüm çocuklar denilen her şeyi gayet de güzel anlıyorlar ancak biz sizi küçük diye düşünüp anlatmayarak sizin gelişiminizin önüne geçiyoruz. Ama ben bunu yapmıyorum, hah! hatta bak ne geldi aklıma, çamaşırları makinadan birlikte çıkarıyoruz, sepeti de birlikte taşıyoruz ve de varış noktasında sen kendini bir güzel alkışlıyorsun, mesela bulaşık makinasını birlikte boşaltıyoruz, sen bana -çok korkuyorum düşüverirsin diye ama sana belli etmiyorum, bardakları tek tek veriyorsun, çay bardağını verirken çay çay diyorsun, su bardağını verirken "şu, şu" diyorsun, kendi bardağını görünce pepeee diye bağırıp alkış tutuyorsun :) ve gerçekten ama gerçekten makinayı birlikte boşaltıp çok çabuk bitiriyoruz. :)
Şimdi uyumam lazım, baban da yok, sabah kalkamayız:) bir dahaki sefere, nasıl konuştuğunu, neler konuştuğunu, hangi mimiklerinin geliştiğini, evimize giren kediyi ve senin tepkini, atları, asansörde nasıl kaldığını geceleri nasıl da uyanıp "düt düt " diye evin içinde araba sürdüğünü anlatacağım...
Seni çok seviyorum anneciğim, kelimeler seni anlatmaya yetmiyor, seni yaşamak lazım, bayramda el öpmeyi öğrettiğimizde öğrendiğin şekliyle ellerini uzatıp "ep ep" dediğin haliyle ellerini, minik ellerini öpüyorum...

19 Mart 2012 Pazartesi

Diş ve gelmeyen minik adımlar...

Anneciğim, sana yazdığım en son yazımda, tamamlayamadığım en son yazımda, senin emeklemeden  sonra nasıl da ayağa kalkmaya geçtiğini anlatacaktım ki bir türlü yine, yeniden fırsat bulup geçemedim bilgisayarın başına. Ha bir kaybımız oldu mu hayır çünkü sen hala yürümüyorsun. Çok ilginçtir ki anneeem kuzum, herkese de ifade ettiğim gibi sana da ifade etmek istiyorum, yaklaşık 2 aydır, kolktuklara tutunarak yürüyorsun, koltuklardan aştın, duvarlara tutunarak yürür oldun, ben lavabodayken, kapıma gelip dakikalarca ağlayacak kadar ayakta beni bekleyedebiliyorsun, hatta düşmeyesin diye ben kapıyı dikkatlice açıyorum ve sen kapının kenarına tutunarak ayakta da kalabiliyorsun, ilk başlarda bana, koltuklara bir şeylere tutunarak kalkarken şimdilerde kendi kendine önce poponu dikip havaya sonra da ellerini yerden kesmek suretiyle ayağa kalkabiliyorsun, ayakta alkış tutabiliyorsun, ayakta poponu yere vura vura dizlerini kıra kıra tempo da tutuyorsun, kahkalar da atıyorsun ama anneciğim "hadi gel kızım" dediğimde bütün vücudunla hoooop üstüme devriliyorsun. Merak ediyorum acaba ilk adımını ne zaman atacaksın. Doğum gününde yürümeni istiyorum nolur yürü yavrum. hem zaten bak yürürsen sana baban ayakkabı da alacak. yürü be kuzum yürü be koçum. yürü artık kollarım yoruldu, sol kolum artık tutmaz oldu, yürü be annem be kim tutar seni diye argo devam etse de yazım anneciğim, yürümeni dört gözle bekliyorum. Seni seviyorum. şu anda o kadar güzel bir sukunet içinde uyuyorsun ki nazar edeceğim diye ödüm kopuyor. Günler akıp gidiyor zaman geçiyor, eski fotograflarına baktıkça seni nasıl emek emek büyüttüğümü düşünüyorum, nasıl da küçükmüşsün nasıl da kocaman kız olmuşsun onu düşünüyorum. Bu yolculukta baban en büyük ama en büyük destekçim. Hatta bazen babanın annen, annenin de baban olduğunu düşünecek kadar destekçi baban. Bazı geceler uykusuzluktan yorgun düştüğümde senin anne hasretiyle yanarken mızırdanmandan uyandığımda babana "lütfen biraz da sen emzir" dediğim olmadı değil, açıkçası bu isteğim dışında biyolojik şartlardan kaynaklı o da, bütün isteklerimi, geceleri seni uyutması gibi, geceleri kalkıp seni yanıma getirmesi gibi çoğu isteğimi, isteğim istediği bir şey olduğu için yani sen olduğun için yerine getiriyor. Hatta bu yazımın arasının bu kadar uzun olmasının sebeplerinden biri de benim geçen hafta girdiğim anadolu liselerine öğretmen alımı sınavıydı. Ben iki haftalık bir süreçte senden arta kalan zamanlarda çalışmak istediğimde, baban, senden daha fazla zaman kalsın diye seninle ilgilendi akşamları, hatta son iki akşam seni de alıp evden gitti. Umarım bu desteklere layık bir sonuç elde ederiz. İşte senin baban böyle bir insan. Seni çok seven, senin tüm bakımını üstlenebilen, ben "Biraz kızınla dışarı gitsen, onu gezdirsen ben de biraz temizlik yapsam" dediğimde, kaptığı gibi seni sitemizin parkına götüren bir baba. Döndüğünde "kızımla sallıncağa bindik, korkmadı" diyen bir baba. Hatta bu park olayını ikinci kez gerçekleştirdiğinizde baban şu ifadelerle anlatmıştı yaptıklarınızı; " Kaç saat adamın başında bekledim kızını indirsin salıncaktan diye", "İnmediler, hala sallanıyorlardır Allah bilir. İnsan biraz da bize izin verir. O kadar dikildim başında." Babanın bu sözlerine cevaben ben de " Hımm. Haklısın ama Elif çok küçük olduğu için adam senin ne düşündüğünü anlamamış olabilir mi? İzin istesen de olurdu heralde" demiştim. Sonuç olarak baban senin kahraman baban. Ha bak senin kahraman babanın bir hikayesini de anlatıp konuyu bağlayayım istersen anneciğim, 3 Martta babana "Baksana sanki elime bir tırtık geliyor,sakın bu .." dedim, sevgili babaan "AAAA diş bu diiş! Kızımın dişi çıkmış." diye sevindi ve " İlk ben gördüm bana hediye alacaksın " dedi. Uzun bir gülüşmeden sonra babanınkiler sevinç benimkiler ise ah garibim gülüşüydü, ona hediyenin dişi gören kişiye alınmadığını, dişi gören kişinin hediyeyi bebeğe aldığını söyledim o zaman da bana "AAaa o zaman sen gördün ilk sen gördün" dedi. Nasıl ama.
Benim güzel kızım şu anda minicik sağ alt bir numaralı dişin çıkmış bulunmakta ve çok güzel bir şekilde tutunarak yürüyor ve de kendi kendine ayağa kalkabiliyorsun. Diğer dişlerini ve de ilk minik adımlarını dört gözle bekliyorum ve de seni çok sevdiğimi söyleyerek yazıma burada ara veriyorum.
Görüşmek üzereeee....

13 Şubat 2012 Pazartesi

Yaramazlıklarım, oyuncaklarım, büyüyorum...




Canım kızım öyle güzel uyuyorsun ki, ben de bu anı değerlendirip senin yaramazlıklarını tarihe not düşmeye geldim. Son bir bir buçuk aydır, hareketlerin o kadar şekillendi, o kadar anlamlaştı ki anlatamam. Her gün ama her gün yazmalıyım yazmalıyım diyorum, fotografını çekiyorum ama sen çok düzenli(!) uyuduğun için fırsatım pek olmuyor.Bugün 2012 yılının şubat ayının 12sindeyiz. Sen 2011 aralık ayının sonlarında kendi başına ayağa kalktın ve ben buna çığlık çığlığa anneeemmm diyerek, hem sevindim hem de bundan endişe duydum düşüverirsin diye. Aslında sen bunun olacağını

 bu fotoğraflarda gördüğün üzere pat pat pat emekleyerek haber vermiştin. Ve biz seni masaların altından toplamayalım diye babanla şöyle bir yöntem bulduk,
masanın altına giden her yola minderleri sıraladık.

Halbuki masanın altına gitmenin engellerken, tırmanmayı öğretmiş, dolayısıyla ayağa kalkmanı da hızlandırmış olduk.
ve bu fotoğrafta tam olarak göremesen de sen bu sıralar ayağa kalkabiliyordun annem. Sonra biz sana koltuğun senden uzak olan ucuna sevdiğin bir oyuncağı koyarak -bu kumanda oluyordu genellikle, sıralamanı sağladık. Ve işte sen o gün bugündür sıralar, emekler, tırmanır oldun ve ben kendimi sürekli olarak açılan ekmeceleri kapatırken, yere düşen magnetleri toplarken, duvara tırmanan seni kontrol ederken, kabloları uzanamayacağın yerlere koyarken bulur oldum. Nasıl yani mi? "Bana nasıl yani anne?" diye mi soruyorsun. E bak o zaman;
Adı ne kim bilir?Tadı da güzel.
Bu nedir acaba?
                                                                     
Anne ben biraz burayı kirlettim sanırım,
kızma.

Bu da marifetin ayrıntılar burada görünmüyor pek.








anlatacağım çok şey var. yarın okul var, şimdilik hoşça kal.

Bunları yazalı çok olmuş ama henüz fırsatım oldu anneciğim ve yazmaya devam ediyoruz;
Yürüteçe binilmez..
Anneee,nasıl girdim buraya çıkar beni.










magnetlere uzanmalıyım,almalıyım ve de ısırmalıyım


prizlerrr,neyse ki çocuk koruması var....

çekmecelerrrr

kapatamadııımmm..

dişlerimi kaşımak için hijyen olmasa da güzel bir şey kapının slikonları.
    
Burda da priz var:)

Oh! ne de güzel kaşıyorum dişlerimi:)

Çok susadıımmm.
O kadar ateşim var ki, biraz su içsem ne iyi olur.
halının altında bişi mi var sanki?

1 Şubat 2012 Çarşamba

:( 2

 Halbuki sandığım gibi değilmiş ölüm. Ölüm büyük bir boşlukmuş sonrasında gelen. Sandım ki babam çok hasta, dayanılmaz acıları var ve ölürse dinlenir, gerçi bilemiyorum, hala öldüğü için dinlendiğini düşünüyorum ama tabii diğer dünyada hayat nasıl gidiyor bilemem. Bildiğim de şu ki bu dünyada hayat biraz zor gidiyor benim için. Babam, yani senin deden, o kadar güzel bir insandı ki, anlatılmaz yaşanırdı. Tabii şu da bir gerçek ki bu güzelliğini ancak 29 yaşıma geldiğimde anladım. Evlenip 3 yıllık evliliğimin, bir kız evladımın ve 29 yılımın sonunda anladım babam benim için ne kadar büyük bir yer kaplıyormuş anladım. Çok ilginç hem var gibi hem yok gibi. Hatıraları var, ama bedeni yok. Çoğu kez rüyamda görüyorum, yemek yedirmeye çalışıyorum, yemiyor, bir türlü yemek ve babam bir araya gelmiyor, uyanıyorum. Yüzünü görmüş olmanın sevinci yokluğunun hüznü içinde uyanıyorum uykumdan.

Zamanla geçer dedikleri şeyin ne olduğunu düşünüyorum bazen.Zamanla geçmeyen şey nasıl bir şeyse, zamanla da büyüyor içimde. Sanki kalbimi kesmişler, bir parçasını almışlar gibi hissediyorum kendimi. Bir boşluk var içimde gün geçtikçe büyüyen. Çığ gibi. Buna  rağmen ben, zamanla neye alışacağımı çok merak ediyorum. Halbuki zamanla babamı daha çok özlüyorum. Öldüğünde ilk kızdım, çok öfkelendim neden bilmiyorum. Sinir oldum resmen. İsyan etmedim Allah'a (haşa.) ama babama kızdım. Yani be adam be benim biricik babam madem sen bu kadar güzelliklerle doluydun, maden ki senin içinde hep bilinen ama hiç dışavurmadığın bir melek, bir vicdan, bir güzel şahane insan vardı, niye ama niye bize bunu hiç göstermedin? Niye hep zor insan olmayı seçtin? Seni tarif ederken biz ve herkes çınar kelimesini kullanırdık. Çınar gibi adam. Koca çınar devrildin gittin. Sana çok kızgınım baba. Onca yıllarımızı heba ettiğin için, bir kere olsun bana olan sevgini göstermediğin için. Hayatımda çok nadir anlardır senin bana beni takdir eder şekilde baktığın, bana güvendiğini hep bildim, ama hiç duymadım. Beni sevdiğini hep tahmin ettim, ama hiç hissetmedim. Yani sana çok güvenirdim, sen benim hayatımın her karesindeymişsin, yemek yaparken bile seni arıyorum, anıyorum. Evimin içindeymişsin. Sofrada kaşık çatal tutuşumda sen varsın, konuşmalarımdaki atasözlerinde sen varsın, yırtık ayakkabılarımda sen varsın, daraltılacak pantalonlarımda, aklımda, elimde, her yerde sen varsın, baba.
Kaç günlerdir hastayız ailecek, Elif be te se dediğin Elif de hasta, bu yüzden annemi çağırdım, annemde de sen varsın. O ne zaman bize gelse sen arar, sanki annem bize rahatsızlık veriyormuş gibi, annenizi gönderin derdin ya, şimdi kimse çağırmıyor annemi, işte bu çağırmayışlar bile beni üzüyor, anlıyorum ki sen yoksun. "Anneme ne işin evde soğukta ne yapacaksın?" diye soruyorum ben evime gideceğim, diye tutturduğunda, burada bile sen varsın ya da yoksun. Eve niye gidecek ki annem sen yoksun. Aramıyorsun da yoksun da. Çantalarımın fermuarları bozuk, çeşmelerim bozuk, hayatımda espri yok, bir olgunluk yok, bir yokluk var.
Keşke sen ölmeden önce sana eşimi sevip sevmediğini sormuş, onunla ilgili düşüncelerini almıştım, sanki evlenirken onayı almamamışım gibi, ama keşke kendimle ilgili de düşüncelerini bir sorsaydım. Mesela deseydim, "Baba ben nasıl biriyim senin gözünde? Beni seviyor musun? Beni mi yoksa şunu mu seviyorsun?" diye sorsaydım bir sana. Keşke bir kere olsun sana babacığım deseydim. Demedim, hiç. Dilimiz alışık değil ki. Çok kızıyorum baba sana. Öfkem üzüntümden büyük. Hani tam anlaşıp konuşacak kemale ermiştik ikimiz de ki sen yoksun. Yokluğuna kızmıyorum yok olduğun zamana da kızmıyorum, eğer nasipse ikimiz de bir gün buluşacağız, ama neden, neden bir şeyleri daha önce daha güzel yaşabilecekken yaşamadık seninle, işte ben buna kızıyorum.
Neyse ki, bana olmasa da başkalarına söylediğin bana olan sevgini başkalarından duymak da mutlu ediyor beni.

Yine de olsun babacığım, beni seviyordun, seni seviyorum. Gittiğin yerde buluşmak üzere...

5 Ocak 2012 Perşembe

:(

Canım kızım, senin için açtığım bu blogu yine daha çok kendimle ilgili bir konuyu yazmak ve de seninle paylaşmak için geldim gece saat 00.42'de. Geldim çünkü az önce dalamadığım uykumdan ağlayarak ve de kafamdaki seslerle kalktım. Dalamıyorum belki de sabah Şenay teyzenin zile basmasıyla uyanmış olduğumdan olabilir. Evet bugün okula geç kaldım ama her zamankinden daha geç. Ve öyle de ters gitti işte işler bugün. Okulda bir arkadaşımla tartıştık ve ben bunun olmasını da hiç istemezdim. Sonra öğleden sonra hastaneye gidecektik keza gittik ama yanımda cüzdanım dolayısıyla da nüfus cüzdanlarımız yoktu. Neyse ki baban bu durumu halletti de muayene olabildik. Olduk da noldu diye sorarsan doktor hanımın senin için verdiği ilaçları almadık çünkü annenin biraz güven problemi var. Her zaman gittiğimiz Yasin amcana gitmediğimiz için, herhangi bir doktora gittiğimiz için annen ilaçlarını almadı. Ama tabii ki de bunda doktor hanımın hırlıtının sadece burnundan geldiğini söylemesinde de etkisi var. Daha sonra benim doktora gittik anneciğim ve de doktor bana çektirdiğim tırnağımın hemen iyileşmeyeceğini söyledi ama yine de muayne etti ve beklediğinden çok daha iyi bir tırnak olduğunu söyledi.:) Neyse tatlı kızım hastane çıkışında da içimi dökmek ve de tüm negatif enerjimi Emine teyzene aktarmak üzere ona gittiğimde fark ettim ki kucağımda sen yanlış apartmanın 5. katındayım. E doğal olarak merdivenlerden bir hışımla indim ve de *Emine teyzenin "Hani kapıyı açtım, Nerdesin?" sorusuna da "Yan bloktayım." diye cevap verdim.Neyse en sonunda vardım ve de biraz oturduktan sonra baban aldı bizi eve geldik, güzelce yemek yedik sen az yedin (azıcık işkembe çorbası tattırdım sana sana sevdin ama biraz ekşi ve sarımsaklı geldi sanırım:) ) ve sofrayı toplayıp (bu işi bizim evde baban yapıyor:) ) bulaşıkları halletmek üzere mutfağa gitmiştim ki baban seslendi. Geldim, bana televizyondaki bir şeyi izlememi söylemişti, tabii bu sırada yüzü bana sırtı sana dönük. işte o kısacık anda sen yere yüz üstü düştün, tam da sol yanağının üstüne düşmüşsün, çok acı acı ağladın, ağladın ve de ağladığın kadar varmış çünkü yanağın morardı. Ben sana sıkı sıkı sarıldım, ağlarken içim parçalandı ama nihayetinde sustun şükür:) Sustun ve akabinde ben tekrar mutfağa gittim, babana ve kendime kahve yaptım, ona tatlı getirdim, o sıcak kahvesini yudumladı ben soğuk:) ve gecenin ilerleyen saatlerine doğru çok eğlendik, sana bingo şarkısını hoplaya zıplaya söyledim ve de sen "anneme bakın herhalde kafayı yedi, koskoca kadın karşımda bir sağa bir sola zıplıyor, dizlerini kırıp elleriyle şap şup sesler çıkarıyor ve bir yandan da there was a farmer had a dog bingo bingo diye şarkı söylüyor" der gibi bakıp bakıp kahkahalarla beni izledin. Sonra babana sıranın onda olduğunu söyledim ve babanın aramızda kalsın çok kötüydü, yaptığı tek şey sanki maçtaymış gibi, höylöylöylöy löy löy löyyyy derken bir sağa bir sola kollarını açıp zıplaya zıplaya gitmesiydi. Tabii benim bingo şarkısının yanında sönük kaldı ve sen hiç beğenmedin. nihayetinde de saat 11miydi 12ye merdiven dayamış mıydı bilmiyorum uyudun. ve ben buraya tüm bunları yazmak için değil, seninle bir şeyler paylaşmak için gelmiştim. Bu yazımı şimdi burada bitiriyorum. ÇAmaşır makinası da fırsattan istifade beni çağırıyor. Eğer ki uykum gelmiş olursa senin minik zıbınlarını astıktan sonra gelip yazı yazmayacağım ama eğer ki uykum hala gelmemişse gelip sana dedeni anlatacağımı, yani benim babamı. 1ay bir hafta önce kaybettiğimiz dedeni, gün geçtikçe içimde çıp gibi büyüyen acısını, boşluğu ve de yarayı. Sandım ki zaten hastaydı ve de dinlendi, sandım ki biz zaten pek iyi değildik ve de böylesi daha iyi oldu. Halbukii....

16 Aralık 2011 Cuma

Günler su gibi akıp giderken...

Bu ilhamın gelmesini özellikle beklemek geçen zamanı kaydedememekten başka bir şey değilmiş meğer. Onun için güzel kızım, son zamanlarda neler yaptıgını bir bir anlatacağım ki zaten en son hamlen beni buraya getiren. Güzel kızım, sen geçtigimiz pazartesi (12.12.2011) kendi başına ayağa kalktın.Ben Şaziye teyzenle konuşurken bir de baktım ki tutunmuş ayağa kalkıyorsun, kalktın kimseden yardım almadan. O anki sevincime Şaziye teyzen de ortak oldu.
7 ayını doldurdun. Hatta 11 gün sonra 8. ayını da dolduracaksın. Ve sen son zamanlarda ayağa kalkmanın dışında yüksek sesle bağırıyor, A sesini her tondan söylemeye çalışıyor, bazen sanki bir şeye şaşırmış gibi, bazen kızmış gibi bazen de öyle yüksek sesle AAAaaAAAaa aaA diyorsun ve ben en çok tüm bu ses ayarlarını yaparken, yumruklarını sıkıp sanki hani bir zafer kazanınca insan "Evet!İşte bu!" derken yumruklarını sıkar ve havaya kaldırır ya bir zafer sevinciyle, senin aynen bu şekilde yumruklarını sıkmana bayılıyorum.
Babanın olmadığı zamanlarda bu akşamki gibi, digiturkten ingilizce çizgi film dinletiyorum arada da izliyorsun yalan değil. Bugün hatta sen vazgeçtin de ben izledim sonuna kadar ve o tek ayaklı oyuncak askerin hikayesini çok sevdim.:) Bir de bugün ingilizce adına benim öğrencilerim için aldığım flashcardlardan hayvanları gösterdim sana , inglizce isimlerini söyledim, ingilizce seslerini çıkardım ve sen sadece kibar bir şekilde güldün. Türkçe konuşmak kolayıma geliyor tabii ki de o yüzden Türkçe konuşuyorum seninle yoksa hemen hemen ilk aylarından başlayarak ingilizce konuşuyordum ne güzel. Tabii çevrenin etkisi yanlış yapıyorum kaygısı ve "yavrum ciğerim anasssının guzusu" gibi tabirleri ingilizce nasıl söyleyeceğimi bilmediğim için bıraktım ingilizce konuşmayı seninle. Konuşmak zor gelse de okumak o kadar zor değil ve senin için ingilizce masal kitabı siparişi verdim bugün gelince onları okuyacağımı düşünüyorum ve de umuyorum akşamları.
Başka neler yapıyorsun... Biberonunu kendin tutuyorsun ve de su içiyorsun. Tabii bi süre sonra biberonunu ters çevirdiğin de oluyor, tutup salladığın da ama nihayetinde tutup içebiliyorsun. E tabii senin bu davranışın da baban da şöyle bir düşünce oluşturuyor ve şunu diyor  " E hayatım baksana kızımız biberonunu tutabiliyor, saplı biberona ne gerek var?". Aslına bakarsan bu düşünceye ben de hemen adapte oluyorum. Ama işte insan heves ediyor yalan değil.
Başka başkaa... Geçen haftasonu oyuncakçıya gittik, bütün oyuncaklara hıh hıh diyerek tepki verdin fakat bi hiçbir şey almadan çıktık. Pardon sana küçük bir laptop aldım ingilizcesi de var. Sesli ve ışıklı oyuncaklara çok güzel tepki veriyorsun.
Sonraaa babanı görünce acayip mutlu oluyorsun, bir kahkalar bir gülücükler, babanın yüzüne şap şap vuruyorsun sevincinden. Ama nedense öpüşüp koklaştıktan sonra eğer odada ben varsam hııı diyerek kaşlarını da yana devirerek bana geliyorsun. Aramızda kalsın bu her iki  durum da çok hoşuma gidiyor.
Bugün Zeynep teyzen aradı kızından bahsetti, "uyuyor uyanıyor uyumadığı zamanlarda da ağlıyor" dedi. Ve ardından "Elif nasıldı bu aylarda?" diye sordu. İşte o an bir şey hatırlayamayınca net bir şekilde dedim ki kendime "Sibelciğim yaz." Yani canım kızım ilham gelmedi ama aklıma bunlar geldi. Edebi de olmadı ama ben bunları yazdım, bir başka deyişle not aldım, hem kendim için hem de bir gün senin için.
Şimdi o kadar tatlı uyuyorsun ki yanına kıvrılıvereceğim, gözümden uyku akıyor.

Seni seviyorum, kabak kafam.

6 Aralık 2011 Salı

Ded ded ded de de

Canım kızım, uzun zamandır bloga bir şey karalamıyorum. Halbuki hep şunu dedim durdum, blogtan uzak oldugun şu zaman diliminde; "Canım kızım sürünüyor bunu yazmalıyım, Elif kendi başına yemek yiyiyor yazmalıyım, Elif emekliyor gibi yapıyor yazmalıyım, Elif'im hasta oldu..." ve bunlar gibi bir sürü yenilik ama ne yazık  ki ben yazmaya gücüm yetmediğinden ilham perisi de gelmediginden yazmadım. Şimdi ilham mı geldi de yazıyorum hayır, ama bunu bloguna dahi olsa bir yerlere kaydetmek istediğim için yazıyorum. Geçen hafta salı günü yani 29 Kasım'da dedini kaybettik. Ertesi gün de defnettik.Kelimeler parmaklarımda dügümleniyor yazmak istediğim çok şey var ama sadece bunu yazacagım. konuşmak dahi beni yorarken yazmak ne kadar zul geliyor anlatamam. insan kaybettikleriyle hep bir şeyler ögreniyor, ben de bir şeyler ögrendim de umarım bu ögrendiklerimi sen hayatını kurarken aktarırım da sen yaparak yaşayarak üzülerek ögrenmek durumunda kalmazsın...
bu arada deden göremedi, ama vefatından 2-3 gün sonra sen emekledin. bu sıralarda da emekliyorsun. bir iki pat yerdesin.:) Yaşama sevincimsin bunu bil. seni seviyorum bunu da bil. Yoruldugum zamanlarda yaşamaktan ve de ellerimi dua etmek için açtıgımda seni düşünüpindiriyorum. Üzgünüm senin annen ben oldugum iiçin üzgünüm, umarım sana layık olabilir seni de hayatını kurarken en güzel şekilde destekleyebilirim.
Canım kızım, bundan sonra beni maalesef daha zor günler bekliyor bilmiyorum neden, umarım seni yormam ve de üzmem. SENİ ÇOK SEVİYORUM.

27 Eylül 2011 Salı

saat 5.38

Saat 5 suları, senin sesinle uyandım az önce, hatta baban seslendi, "Kalk Elif ağlıyor." dedi. İçimden ona biliyorum,duyuyorum kalkıyorum desem de kalkmak için birkaç saniye geciktiğimi biliyorum. Nedendir bilmem dün de bugün de yattığım yerde uyuyakaldım. Hatta dün sabah okula da geç kaldığım için müdürden ince bir azar da işittim, kırıcı değildi de uyarıcıydı sanki annem. Geç kalışlarıma mazaret olarak seni sunmuyorum, keza sen değilsin. Sen mi "uyu da geç kal anne" dedin bana, hayır, sen tam aksine "uyan, uyuma anne" dedin ha bire, son günlerde. Dedim ya uyuyakalıyorum. Dün gece babanın senin odana gelip beni uyandırışını hatırlıyorum, "Tibeeel, hadi kalk yatağına yat." Kalkıyorum yerimden  lakin bu sırada seni düşünüyorum, sen yoksun yanımda, uykulu gözlerle yatağında olduğunu görüyorum, uyumuşsun ne ara bilmiyorum, hatta yatağına da yatmışsın :) büyük ve mağmur bir sevinçle gidiyorum "kendi" yatağıma. Gidiyorum, yatıyorum ama diyorum ki kalkmam lazım ev ne halde şu anda bilmiyorum, akşam gözlerim çok ağrıyordu, ağrısı başıma vurmuştu, acaba mutfağı toplamış mıydım diye düşünüyorum içimden, bu arada uyuyorum, topladığımı hatırlayarak rahatlıyorum, derken senin çamaşırlarını makinaya attığımı hatırlıyorum, mırıldar gibi bir sesle, "tüh ya Elif'in çamaşırları makinada kaldı" diyorum, baban bana "sepeti bulamadım, bulsaydım asacaktım" diyor. Şöyle bir seviyorum kendisini çamaşır asmaya teşebbüs ettiği için ama kızıyorum hemen ardından "sepeti bulmakta ne var şu küçücük evin içinde" diyorum içimden, sesli konuşmaya mecalim yok. Artık tamamen uyuduğumu hissediyorum. Uyuyorum ama zihnimde hep bir şeyler, senin acıktım anne ağlayışınla kalktığımda hatırladığım şey Burcu Teyzen oluyor. Onu gördüm rüyamda. Bize gelmişler, (nasıl olur diyorum kendi kendime nasıl misafir kabul etmişim fırın bozuk :) ) ama ev bizim ev değil. Böyle her gece babanla oturup hayal kurduğum ev de değil,(baban ben bu hayali kurarken hep gülüyor) basit tek katlı, girişi geniş bir ev.Yer sofrası yapmışım kahvaltı hazırlamışım- maşallah bana. Kahvaltı yapıyoruz. Kahvaltıda maydanoz falan yiyoruz Burcu Teyzenle süt yapsın diyedir heralde. Burcu teyzenin elinde çay, kalvaltı bitti ama biz sofradayız, "yo hayır daha fazla yemeyeceğim" diyor ama öyle saçmalaşıyor rüya sonra. Bu arada sen doyuyorsun, bu gerçek:) uykuna kaldığın yerden devam ediyorsun, baban da -maşallah. Ben ise gözlerim ağrıyor hala diyorum, kalkıp mutfağa gidiyorum, biraz dağınık, ıhlamur çayı bulaşıkları var onları topluyorum, sonra bugün yapacağım ve aslında uykumun bir yarısında da düşünüyor olduğum sınav geliyor aklıma, geçiyorum bilgisayarın başına, sınavı hazırlıyorum, bu sırada nurturia sitesine giriyorum, yazılanları okuyunca yoğurdu mayalamadığım aklıma geliyor, kalkıp yogurdu mayalıyorum, umuyorum ki saat 10a kadar tutar da sen de yersin kuzum, ve nihayetinde bilgisayarın başına geçip tüm bunları yazmak istiyorum.. ve yazıyorum...
Bu öylesine yazılmış bir yazı, tarihte bunun da bir yeri olsun diye yazılmış bir yazı, anı. Öylesine...

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Keşke...

Keşke kahraman baban bana Elif Şafak'ın son kitabını alsa...

18 Ağustos 2011 Perşembe

İlkler...

Canım kızım,
Bu bir özür yazısıdır.
Dün Emine Teyze’nin kızı Nil dünyaya geldi. Ne yazık ki biz ziyaret saatine yetişemedik ve de bugün gittik. Kahraman baban öğlen eve geldi ve hep birlikte çıktık evden. Yol üzerindeki bir marketten meyve suyu ve bisküvi aldık, çiçek yaptırmaya fırsatımız yoktu çünkü. Buraya kadar her şey güzel ve de normal. Yolda giderken ben seninle hastanede neler olacağını anlattım, Nil’i ziyarete gittiğimizi, senin babanla beraber  arabada oturacağını, benim yukarı çıkıp  Nil’in fotoğrafını çekeceğimi anlattım sana birer birer.
Ve nihayet vardık hastaneye baban beni kapının önünde bıraktı ve “ Sen in, ben arabayı park edeyim” dedi. Ben de hızlı bir şekilde inip sana el salladıktan sonra hızlı bir şekilde yukarı çıktım bekletmeyeyim sizi diye. Tam yukarıya vardım ki baban arıyor, “ nereye kayboldun hemen ya!”  ben de şaşkın şaşkın “ Hayatım ben yukarı çıktım, Elif’i yukarı almıyorlar ya, siz aşağıda bekleyeceksiniz” dedim. Baban; “Elif yanında değil mi?” dedi. “Hayır, arabada ya.” Dedim. “ inanmıyorum Sibel sana” diyerek telefonu kapattı baban ve ivedilikle arabaya koştu.  O anı kendisi şöyle anlatıyor;
“ Bir gittim, ana kucağında öylece duruyor, sıcaktan terlemiş, gözleri nemli nemli,ağlamış azıcık, beni görünce sevindi, gülmeye başladı. Bir içim acıdı, bir içim acıdı Sibel anlatamam.” Ve bunu anlatırken hüznünün yüzüne yansımasını görmeliydin. Sonra gülüyor tabii trajikomik bir olay bu.
Bense babanın bu gafının ardından Nil’in yanında fazla kalamadan iniyorum aşağıya, hem zaten fotoğraf makinesini de unutmuşum bir de ona üzülüyorum.
Ha canım yavrum şunu da unutmadan ekleyeyim, bu durumun sorumlusu benmişim, beni yarım kulak dinleyen baban değilmiş. "Halbuki" diyorum, “anlattım ben” adım gibi eminim kuzum anlattım sen de bir güzel dinledin. Lakin biraz zorlayınca hafızamı anlattığıma emin oluyorum evet ama ufak bir farkla, hepsi İngilizceydi…
işte bugün İLK KEZ seni arabada unuttuk.

16 Ağustos 2011 Salı

Bir annenin kızına tavsiyeleri

Nedendir bilmem, içimden sana yemek tarifleri yazmak geliyor. Ben yazı yaşarken kış yemeklerini, kışı yaşarken yaz yemeklerini unutan, bütün tarifleri kısa belleğinde tutup  yazdan kışa, kıştan yaza o belleği formatlayan, ve her mevsim dönüşünde “Anne, bana bamya yemeğinin tarifini versene acil” ya da “Anne ya misafir gelecek kuru fasulyeyi seviyorlar, nasıl yapacaktım?” diye soran bir anneyim.  Yaz başında sorduğum bamya yemeği nasıl yapılır sorusundan hemen sonra söylediğim “Anneciğim bamyaların başını aldım” cümlesinin hemen ardından yüksek tonda, biraz da kızgın anneannenin “ eee yıkadı mıydın peki?” sorusuna “Hayır” cevabını verdiğimde bir ton azar işiten bir anneyim ben. Sen bir ton azar işitme diye yavrum J bamyaları kesmeden önce yıka ve yıkarken ekşi- goruk ekşisi olabilir, kullan ki o sakızımsı sıvısını akıtmasın.  Yoksa anneannenin telefondan fırlayıp da yanında bitiverecekmiş hissini uyandıran o sesine maruz kalmayasın.  O ses benim sesim olur mu bilmiyorum, bilseydim sana yemek tarifleri yazmazdım zamanı gelince anlatırdım lakin zamanı geldiğinde ben orada olur muyum bilmiyorum.  Kuru fasulyeyi de akşamdan ısla  pişirmesi kolay olsun yoksa saatlerce kaynatır durursun. Tabii düdüklü tencere kullan. Eğer kullanmayı bilirsen düdüklü senin en büyük yardımcın olur, bilmezsen patlayacak diye korktuğun düşmanın olur.  Benim sana asıl anlatmak istediğim yemek ise; pirinç çorbası. Onun tam tarifini vereceğim şimdi. Pirinç çorbasını yapmak için pirinç haşlamana lüzum yok. Şöyle ki; akşam yapıp yediğiniz pilav tenceresinin yapıştığı için dibinde kalan pirinçleri bir güzel ısla. Isladın mı? Sonra ertesi günü bekle. Onlar şişerek tencerinin dibinden ayrılmış olacaklar. Sonra ayrı bir tavada kararın kadar margarine rendelenmiş domatesleri, onu kendin ayarlayacaksın kaç tane bilmem, biraz da salçayı ekle ve de hepsini bir güzel kavur. Çiğ kalmasın tadı olmaz. Kavrulduktan sonra o şişmiş ve de kaynamakta olan pirinçlere ekle şöyle bir çevir, iki dakika kaynat.( Pilavı zaten tavuk suyuyla yapacağın için çorbaya normal su eklesen de olur.) Al sana yemek. Dünün pilavı bugünün pirinç çorbası. Şu anda Afrika’da milyonlarca insan, milyonlarca bebek açlıktan ölürken bizim tencerinin dibindeki pirinçleri çöpe dökmemiz olmaz. Öyle ki biz dengeli tüketirsek, onlar da açlıktan ölmez. Çünkü hepimize yetecek kadar yiyecek ve su var dünya üzerinde.
Sevgiler Annen...

Tazmanya canavarı...

"Oyun halısı arıyorum Ankara'dayım.Sen "Babam alacak bize" diyorsun. " Koskoca Ankara'da playskool yok" diyorum, bez kitap da bulamadım, of. Tazmanya canavarı geçiyor ingilizce bir şeyler söylüyor anlamıyorum. Bir de ırmak akıyor ama çizgifilm ırmak. Twitty yüzüyor, ben izliyorum.
Gözlerimi açtım Elif ağzını açmış aranıyor koynumda. Tek güzel gerçek ELİF. Günaydın Burcuege. "


Burcu Teyze'ne 07/08/2011 tarihinde yazdığım bir mesaj bu. O uzun rüyayı o kısa mesaj kutusuna sığdırmaya çalışmıştım. Gerçi insan uyanınca da pek bir şey hatırlamıyor ya. O rüyanın anısına daha önceden kaydettiğim bir videoyu ekliyorum.
 
P.S. Ekleyemedim:( video çok uzun geldi sanırım. Lakin bilgisayarda saklı, büyünce burada ne olduğunu sana gösteririm.:)

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Şu annem âlem kadın

Dün akşam annemle babam sofrayı hazırlarken çok değişik bir şey oldu. Annem mutfaktan getirmekte olduğu ketçap ve mayonezi birden koltuğun üstüne fırlattı ve beni yerden hızlı bir şekilde alıp kucağına oturttu. Ah o annemin koltuk takımı… Nelekeler gördü ; zeytinyağı,meyve suyu,kusmuk, bir de buna ketçap, mayonez eklenecekti ama neyse ki kapakları kapalıymış. Annem bağırıyor; “Elif!Elif!” öyle de uykum var ki hiç gözümü açmak gelmiyor içimden. Babama sesleniyor, fakat babam  hiç oralı değil gayet rahat yaptığı o enfes yemeği karıştırmaya devam ediyor. Annem ısrarla bana seslenmeye devam edince babam nihayetinde geliyor ve şaşkın şaşkın önce bir bakıyor bize sonra da beni tuttuğu gibi havaya kaldırıyor. “N’oluyor ya?” demek için gözlerimi açınca ikisi beraber “Tamam tamam açtı gözlerini” diyorlar. Annem başlıyor ağlamaya. O niye ağlıyor bilmiyorum ama ben uykum bölündüğü için çok sinir olup ağladığımı biliyorum. J
Annem gerçekten âlem kadın. Yahu uyusun da büyüsün diye ninni söyleyen sen değil misin? E peki kaç günlerdir, bu çocuk niye dönmüyor, dönmeyecek mi yoksa diye söylenip duran, gelen gidene dert yanan sen değil misin? E madem öyle anneciğim, neden dönerken yüzüstü uyuyakaldım diye panik yapıp beni uykumdan uyandırıyorsun yahu? Alt tarafı yüzüstü uyuyakalmışım, rahat ol ben iyiyim canım…
Kuzun,Elif.

10 Ağustos 2011 Çarşamba

09.08.08den 09.08.11e...

Biri zile bastı 2 kere… Acaba kim? Babam olsa 3 kere basardı ardardına. Annemle açtık kapıyı aaa babaaam. Canım babam. Annem kızgın, ah benim sinirli annem ;
 “Hani nerede pideler!?”
 Babam;
 “Yaptırmadım.”
“ E bari ekmek alsaydın. Sabahtan beri açım:(.” Annemi bildim bileli açtır. Eğer babam eve ekmek almazsa acından ölse bakkala ekmek almaya gitmez. Makarna yapar da yer   yine de gitmez. Hele şimdi ben doğdum, beni bahane edip hiç hiç gitmiyor.
“Yer ayırttım”
“Hiç gerek yok, ben yemek yaptım.” Deyip bir yandan benim karnımı doyurmaya devam ediyor.
“iyi sen bilirsin, öyleyse ben kendim gider yerim” diyor babam.
Beni salona bırakıp içerde bıdır bıdır konuşuyorlar. O kadar uzun konuşmuşlar ki ben uyumuşum. Annem üstümü değiştirmek için geldiğinde uyandım. Annem… gözleri mi kızarmış ne sanki? 
Babamın güçlü ve de güvenli kollarında aşağıya iniyoruz.

 Sonra ben yine her zamanki yerimi alıyorum.

 Yemek yiyeceğimiz yere varıyoruz. Babam benim kahraman babam cam kenarında bir masa rezerve ettirmiş. Yanımızda da 10 kişilik bir masa rezerve edilmiş. Benim dikkatimi yan masa çekiyor. 10 kişi önce ablalar geliyor, sarılıyorlar, öpüyorlar birbirlerini, canım cicim gibi kelimeler kullanıyorlar, çok kibar ve alçak sesle konuşuyorlar. Hatta içlerinden biri annemden izin alarak beni seviyor. Bir süre sonra ağbiler geliyor.  Aman ne gürültücü takım hepsi ablalarla tokalaşıp, sarılıyorlar. Facebooktan bulmuşlar galiba birbirlerini. Ya da facebookta arkadaşlar galiba. Babam annemle ne yemek istediklerine karar verip her gittiğimizde beni seven garson amcaya siparişleri veriyorlar. Bir güzel yiyorlar yemeklerini ama annem her zamanki gibi gürültüden rahatsız oluyor. Televizyonun yüksek sesle izlenmesinden, yüksek sesle müzik dinlemekten kapalı alanlarda,  yüksek sesle konuşan insanlardan rahatsız olduğu gibi yan masamızdaki 10 kişilik genç grubun çıkardığı gürültüden rahatsız oluyor, açıkçası ben de. Uyuyamıyorum yahu…  Ağlıyorum babam da kahraman babam da beni tek dizinin üstünde tek eliyle tutuyor. Kesiyorum ağlamayı o an her şey benim oluyor. The best dad in the world diyorum tişörtünde de yazdığı gibi.

Annem;
“ Bugünün ayın 9u olduğunu biliyor muydun?” diye soruyor.
“Ekranda yazıyor” diyor babam başını sallayarak ve devam ediyor “ Bizim sistemi açınca evlilik yıldönümünüz kutlu olsun diye yazıyor.”
 Annem işte imâlı bir hıı çekiyor, babam hemen;
“ Ama ben çok önceden planlamıştım, sadece neresi olsun diye karar verememiştim” diyor. Annem sakin sakin dinliyor, yorumsuz. Son zamanlarda hep böyle, suskun, sessiz, sakin.  
Çok kelime sarf etmeden bitiyorlar yemeklerini. Babam benim canım babam bir de tatlı söylüyor, “söyle söyle” diyorum kendimce, “annem yesin ben de yiyeyim” diyorum. Ve artııık kalkıyoruz.


Arabada annem babama teşekkür ettikten sonra;
“İyi ki evlenmişiz.” Diyor. Niye sorusuna babamın; “Elif” diyor. Huzurla gözlerimi kapatıyorum her zamanki sahte anakucağında…


Uzun yolculuğum-1

Merhaba,
Uzun yolculuğumu anlatmaya devam ediyorum.
Annem ve babam beni fark ettiklerinde kendileri dahil kimseye söylememeye karar verirler. 8 haftalık oluncaya kadar beklerler J annemin içinde beni kaybetme korkusu vardır ve bu korku ben doğana kadar devam eder. Yaşanmışlıkların etkisinden kurtulamaz maalesef. Annem okula gider gelir, içinde bir heyecan ve mide bulantısı (yaşasın!) kimselere söyleyemez. Ama çatlayacak neredeyse. Benim saf yürekli uyanık annem sene başı toplantılarında görevlendirmelerini hep 2. Döneme alır. Çünkü kendince 2. Dönem doğum iznine ayrılıp hiçbir görevi yerine getirmeyecektir. Keza öyle de olur. Ne zamandı hatırlamıyorum annem yavaştan yavaştan söylemeye başladı. Benim var olduğumun bilinmesi demek annem için pozitif ayrımcılık demekti.
İlk 3 ay annem her sabah evden koşarak çıktı (her nasılsa buzdolabını açınca her şeyin kokusunu duyuyormuş midesi bulanıyormuş), okulda soğuk bir bardak su içerek güne başladı ve de bütün hamileliği boyunca da soğuk su içti çünkü sıcak su her nedense midesini bulandırıyordu. Benim canım babam annemin en büyük yardımcısı oldu bu süreçte, annem eve halsiz bitkin geldiğinde hep anlayışla karşıladı ve de hiçbir istekte bulunmadı hemen hemen ve çok iyi yumurta kırdığını da o zamanlarda öğrendimJ 4 ay bitti 5 ay bitti 6 ay bitti kontrollere her gittiğinde her şeyin normal olduğunu öğrenerek çıktı. Mutluydu annem ben de J  
7 ay geçti…  O dönemde şöyle talihsiz bir olay yaşadık annemle; bir sabah ananem annemi dedemin yoğun bakımda olduğunu söylemek için aradı. Annem yıkıldı. İşte o gün okuldaki son günü oldu annemin. Dedem kalp krizi geçirmişti ve hastanede kaldı uzun bir süre. Annem mazeret izni aldı, sonra rapor ve nihayetinde ise doğum iznine ayrıldı. Annemi o dönemde üzen başka bir olay da öğrencileriyle hazırladığı tiyatronun yarım kalması oldu. (hani dedim ya saf yürekli uyanık annem diye, uyanıklılığıyla görevleri ikinci döneme aldı ama saflığıyla da birinci dönem başladı tiyatro yapmaya, fahri olarak.) Dillendiremez ama bu olay, onca emek, onca çalışma çöpe gitmiştir ve de kim bilir belki de bu yüzden bana annem öğrencilerini çalıştırdığı “sindrella” masalıyla “kırmızı başlıklı kız”ı çok iyi bilmesine rağmen hiç ama hiç anlatmaz.
Yaklaşık 2 ay kadar dedemin yanında kaldıktan sonra evimize döndük. Ben heyecanla geleceğim günü beklemeye başladım içeride. Keyfime diyecek yok parmaklarım bugün olduğu gibi o günlerde de ağzımda, baş aşağı durmuş dünyaya gelmeyi bekliyorum. Annem ise uzun süre benden dolayı dışarı çıkamayacağını bildiğinden gezme peşindedir. Nasıl yapsam da son günlerimi gezerek geçirsem diye düşünür. Benim hatırladığım son gezmemiz annemle, Hakkı Amcam,Gülten Teyzem ve aileleriyle,Recep Amcam ve de Didem Teyzemle yaptığımız o komik piknik. Amma gezmiştik haa… Sevgi plajına gitmek için taaa ortaklar, Selçuk, Kuşadası’na gitmiştik… ve sonunda herkesin toplanıp gittiği saatte biz piknik yapmıştık. J 
                                       
 
                                                   
Bir de bugünün ertesi gününde Aynur Teyzem, Ahmet Amcam ve de Azra Ablamla değirmene gitmiştik. Zaten o da annemle bizim son gezmemiz oldu annemle bir bütün iken.

                                                                                                       

                                                     

                                                                                                                          
Salı günü annem son kontrolüne gitti. O günü hatırlıyorum hem de çok iyi hatırlıyorum. Annem girdiği her odada nedensiz bir şekilde ağlıyordu. Hastaneyi bahane ediyordu, doktoru bahane ediyordu, durup durup ağlıyordu. Hatta bir ara hemşireye “Doğsun başkasına vereceğim bunu” dedi de kalbimi kırdı. Ama şimdi öyle mi komşuya bile bırakmıyor beni. Bütün raporları toplayıp Doktor Esen Teyzeye gösterince “ Hadi bakalım canım çık yukarıya seni ameliyata alalım” dedi Esen Teyze. Annem başladı ağlamaya. Esen teyze sordu “ Neden ağlıyorsun?”  annem, bu cevabına çok şaşırmıştım, “Korkuyorum” dedi, biraz daha konuştular ve de ben biraz gezeyim diyerek çıktı hastaneden. Babam çok şaşırmakla birlikte gayet rahat davranıyordu. Tamam sen burada bekle diyordu anneme ben valizi alıp geleyim. Tartışmaya tutuldular ve de annem ertesi sabah yattı hastaneye. Suni sancı aldı. Ama kapılar açılmadı ben devam ettim parmağımı emmeye ama bağırsaklarım gurulduyordu, gur gur gurr… Babam keyifli bir şekilde espri yapıyordu; “doktor hanım bebeği saat 5e yetiştirmemiz lazım, arkadaşlar gelecek ayıp olmasın boş dönmesinler.”  İlahi babaaaa… Annem sezeryan mı sancıyı beklemek mi bilemedi sonunda bu bekleyişten sıkıldı ve de sezeryana girdi. Bir de annem çıktığını hatırlıyor.
Esen teyze beni bir aldı dışarıya popoma bir vurdu ben ağlıyorum annem bana mısın demiyor hor hor uyuyor mübarek. Yahu bir kafanı kaldır bak bana değil mi? En sonunda gözlerini açtı bak dediler ama ben annemin beni gözlüksüz göremeyeceği kadar uzaktaydım. Ayy ama annem tam görülmelik ne kadar sinirli bir kadınmış dedim içimde amanınnn. Bir de beni yatırdılar göğsüne biz böyle ameliyattan iki katlı ev gibi çıktık. Ama annem çok sinirliydi…

  
                                              
işte ben, Elif.                                 




Çok yoruldum sonra gene yazarım…. Dünya çok güzelmiş, annem çok sinirli ama çok güzelmiş. Babam da çok yakışıklıymış hani. Ha bire gülüyor. Açıkçası dünyaya geldiğimde babam beni annemden daha sıcak karşıladı…
İkisini de çok seviyorum… Elif…


4 Ağustos 2011 Perşembe

Uzun yolculuğum

Merhaba  J
Uzun zamandır bekliyorum annem şu yaptığı bloga uzun yolculuğumu yazar mı diye ama yazmıyor. Alıyor eline bilgisayarı basıyor tuşlarına ama tekrar siliyor. Sanırım benim kadar cesur değil. İşte bu yüzden onun yerine ben yazmaya karar verdim bu uzuuun yolculuğu anlatmaya…
Yıl 2010, Ekim ayının 3. Günü kardeşim dünyaya gelmekten vazgeçti. Aslına bakarsan yolların bu kadar virajlı ve de yokuşlu olduğunu bilseydim ben de vazgeçebilirdim belki ama sanırım ben anne babama güvendim bana yardımcı olurlar diye ve ben annemin ve babamın zihninde kardeşimden sonra fikir olarak üremeye başladım…  Annem kardeşimden sonra şu kararları almış, ben bilmiyorum da birinden duydum, epilasyona gideceğim, İngiltereye gideceğim, Kpds’ye gideceğim diğerlerini hatırlamıyorum. Bu kararları almış çünkü kardeşim olduğunda şunları düşünmüş, “Eyvah henüz hayatımda yapacağım çok şey vardı ve bebek bunlara engel olacak. Hay Allah ben ne yaptım?” (sanırım kardeşim de bu düşünceye tahammül edemedi ve de vazgeçti. Ama annem bu gidişe çok üzüldü içten içe. Hele babam ben olunca ancak ben olunca üzüntüsünü söylemiş anneme.1 yıl içinde tutmuş babam bu düşünceyi, kim bilir başka neleri içinde saklıyor, o gülen yüzünün altında kim bilir başka ne hüzünler var anneme ve de bana söylemediği. Neyse konumuza dönelim. Annem şöyle bi karar alır, “Evet Sibel Hanım, madem ki bebek hayatında engeldi, al sana bi fırsat daha, git yaptır şimdi epilasyonunu, gir kpds,ye, git İngiltere’ye ve sana bunlar için 6 ay süre, hadi bakalım.” der  ve epilasyona hala gitmemiştir annem. Babamla konuşurlarken duydum, bu sene gitmeyi planlıyormuş ve de bana zararı olur mu onu konuşuyorlardı.  Ama kpds’ye girdi ve yine hedeflediği puanı alamadı :D Ama aldığı puan İngiltere’ye gitmeye yetti. Evet annem İngiltere’ye gitmiş.  Son zamanlarda babam annemle alay ediyor;
           “ Hayatım sahi ya sen İngiltere’ye gitmiştin değil mi? Nerede senin o fotografların?”
           “Yok!”
          “Nereden bileceğiz biz senin gerçekten gittiğini?:)) ”
Annemin harici belleği yandı ve bütün bilgileri kayboldu.  Ama ben biliyorum annem İngiltere’ye hem de Exeter’e ve de Londra’ya gitti. Nereden mi biliyorum, annem yalan söylemez ki? J Hem bana İngiltere’den kıyafet almış. Erkek olacağımı sanarak football yazılı lacivert bir tşört bile almış. Bunları alırken Burcu Teyze de oradaymış, ah Burcu Teyze annemin en sevdiği arkadaşlarından biri… O da primarktan alışveriş yapıyormuş ama o yeğenlerine alıyormuş. J Yollarının İngiltere’de kesiştiği Burcu Teyzemle annem Türkiye döndüklerinde daha çok bebek kıyafeti alır oldular acaba neden?
Annem döndüğünde  şoke olmuş gibi dolaşmış bir süre, babam diyor. Beğenmemiş yolları falan orası çok temiz ve düzenli bir yermiş. Hatta benimle ve babamla bir daha gidecekmiş.
Neyse, sonra annemler tatile giderler 2010 yazında Konya, Ihlara vadisi, Göreme ve Ankara.  Konya orduevinde kalıp evlilik yıldönümlerini kutlarlar 9 Ağustos 2010’da. (ve bu döneme ait fotograflar da yok ellerinde ehuehuJ ) Ah o Ihlara vadisi gezisi, kaç yüz basamağı inip vadi boyunca yürümek ve suyun içinde gözleme yiyip çay içmek... annemin aklında kalan en güzel anlardan biri. Sonra peri bacaları ve de tas kebabı, böyle kebabı  tası kırıp da yiyorsun, ilginç… annem muhtemelen bunları bana söz gider yazı kalır mantığıyla anlatmıştır benim yazacağımı bildiği için. Annemin aklındaki mutlu anlar bu anlar.
Ve Ankara… ve de ramazan. Annem uyanık geçinen saf yürekli bir kadındır. Allah’a dua eder;
“ Allah’ım ramazandan önce hamile olayım. ( da oruç tutmayayım.)” Allah annemin iyi yürekliliğine duasını kabul eder ve de annem bana hamiledir ramazanda. Fakat duada geçmeyen , Allah’ın ise bildiği oruç tutmayayım bölümü için de Allah onu cezalandırır ve de annem hamile olduğunu bilmeden bütün ramazan oruç tutar. Yani hem hamiledir hem de oruçlu :D .   Nihayetinde duası kabul olmuştur.  
İşte ben yani Elif , bir cenin olarak annemin karnındayım yıl 2010…
Bundan sonraki bölümleri de sonra yazarım blog. Ben yine iyiyim annem çok tembel biraz da özgüvensiz. Güzel olmadı diye yazdıklarını siliyor hep. Ama ben yazacağım sana içimden geliyor çünkü.
Annecim seni çok seviyorum, babamı da. Görüşürüz…