16 Aralık 2012 Pazar

Atamalar belli ve annen...

Bu arada güzel kızım,
annen artık Muş Fen Lisesi öğretmeni oldu. Tabii bu da düzenimizin değişmesi, senin daha erken kalkman, daha soğuk havada dışarıya çıkman, beni daha geç görmen ve de daha çok yorgunluk ve de daha çok yorgunluk anlamına geliyor. Bakıcımız ilk başta gelerim demesine rağmen sonradan karar değiştirip gelmedi lakin kendisi sana çok güzel baktığı için (Şenay Teyzen kadar olamaz kimse) ve de sen ona alıştığın için ve de başka kimse olmadığı için biz onunla yolumuza devam ediyoruz. Hadi bakalım hayırlsı, ama tabii ben acaba lisenin lojmanlarında boş yer var mıdır ve oraya yerleşebilir miyiz diye de aklımdan geçirmiyor değilim, sen ve ben...

İçimden yazmak gelmiyor.

Canım kızım,
Ancak yaşanarak anlaşılabilecek duygularımı, artık yazmak gelmiyor içimden, en azından bu aralar. Ama şunları not etmek istiyorum;
  • bu sabah kalktığında ben uyuyorken, bana "kalk, kalk!" dedin, az önce uyandığında ve de koşarak yanına gittiğimde bana "yat,yat!" dedin elini yatağa vurarak. Gün geçtikçe ifadelerin gelişiyor, değişiyor. Daha çok anlıyor, daha çok sinirleniyorsun. Sanırım şu yüzden anlıyorsun, yapıyorsun dediğim şeyleri ancak bazen ama bazen ben senin ne demek istediğini anlamıyorum işte o zaman ya da tehlike bir işin peşindeyken seni uyardığım zaman, ya da sen izlemeye daldığında yahut dalar gibi olduğunda televizyonu kapattığım zaman, babanın bana öğretmenler günü hediyesi olarak aldığı tablette kediyi açmadığımız zaman, veya açtığımız zaman "tedi, tediiii" diyerek ağlıyor, kızıyorsun.
  • her günün bir önceki günden daha güzel. Hayatımda bir renk bir nefessin. Yaşama sevincim ve de umudumsun. (kuzey güney dizisindeki handan hanım gibi konuştum hah!)
  • ve seni seviyorum, yine ve yeniden.

3 Aralık 2012 Pazartesi

İlahi Elif çok komiksin...


Canım kızım, keyifli bir pazar sabahında, açlıktan bir o yana bir bu yana kendini atarken, dün yaptığımız, BİM _yeni açılan bime gittik bu arada- alışverişinden bir hevesle babanın aldığı yufkaların, annen tarafından kaşarlı-sucuklu gözlemeye dönüşmesini beklerken, sonunda muradına erdiğinin fotoğrafıdır aşağıdakiler. Bir anneye ancak bu şekilde teşekkür edilir heralde:) Anneciğim, senin yaptığın babamın pişridiği gözlemeler o kadar güzeldi ki, babamın ağzıma ardardına tıkıştıra tıkıştıra yedirmesi, araya tahin pekmezli ekmek yedirmesi, kendimin de sütlü yumurta atıştırmalarım beni doyurmadı da o yüzden masanın tam ortasına yerleştim der gibi yerleştin ve bir gözleme dilimi daha yedin, sonuçlarını burada anlatmayacağım.
(fotografı şimdi ekleyemiyorum.)
Bugün yaptığın komik olay ise, inan çok güldüm, ben kahvaltı bulaşıklarını yerleştirirken bulaşık makinasına sen kaşla göz arasında, yumurta fırçasını alıp, üzgünüm ama ağzına soktun ve ben "Elif pis o anneciğim getir onu buraya çabuk" dediğim ,anlatılmaz yaşanır :))) mutfaktan koşarak salona babanın yanına gittin ve bu arada elindeki suç aletini de bir heyecanla attırıverdin. İnan en çok buna güldüm, hani zaten komik bir koşuşun var bir de o telaşta fırçayı attırıverdin yaa, hala gülüyorum hala gülüyorum. Canımsın, tatlısım, tatlımızsın, babanın bombiş kızısın, anlamını büyüyünce kendisine sorarsın. Yaptığın her hareket, her hareketlilik, televizyon sehpasına çıkmaya çalışman, sehpanın üstüne çıkıp oradan bizi selamlaman, koltukların üstüne çıkıp "hoppaaa" diyerek olduğun yerde zıplayıp mıçının üstüne oturman bizi ne kadar telaşlandırsa da ne kadar yorsa da kendimizi sana kızıp, bağırmaya höyt demeye hazırlarken gülüyor, tebessüm ediyor buluyoruz. Babam kucağında bilgisayar otururken, bilgisayarını kapattığında ya da bilgisayarın üstüne oturup babanın kucağına oturduğun sadece gülüyoruz. Bir de kızgın kızgın kapatın der gibi bağrımıyor musun hemen hizaya giriyoruz... Canım, tatlım, bombişimiz....
Seni seviyor ve sana çok gülüyoruz :)))

2 Aralık 2012 Pazar

Derya -Deniz

Söke'deyken deniz kenarında değildi evimiz ama ne zaman içimiz rahatlasın istesek giderdik denize, kıyısında dinlenirdik, bir yudum çay içer, soluklanır, deryalara bakar, bir ufak muhabbet eder, yenilenirdik, kısacık zaman diliminde sen ve babanla gittiğimiz yerlerde... ya şimdi?.... İnsan deniz olsun da uzaktan bari izlesek, izlesek de dinlensek diyor şimdi, bu çorak, kuru memlekette...

Henüz Söke'deyken... Kitap okurken balonun üstünde uyuyakalmıştın annem.
 

 

22 Kasım 2012 Perşembe

Hayat su gibi akım giderken...

Canım kızım, kuzum, yavrum,
Uzuun bir aradan sonra, bloğa hangi birini yazacağımı bilemediğim olayları özetlemek üzere geldim. Gerçekten çok uzun zaman olmuş, sen daha yaşını bile doldurmamışsın ben bloga yazmayı bıraktıgımda, halbuki " 31 Mart nedir?" "Elif'in ilk adımlarıdır." diye arkadaşlarla bu espriyle paylaştığım senin ilk adımlarını buraya not etmedim, doğum gününün ve aynı zamanda kına gecenin ne kadar kalabalık, senin ne kadar güzel ve mutlu, hediyeleri açarken nasıl heyecanlı olduğunu da buraya not edemedim. Hemen gelecek ay yani mayıs ayında kaderimizi değiştiren tayin olayından da bahsedemedim, halbuki onu yazmayı her şeyden çok istemiştim nedense. Muş'ta yeni başlayan hayatımızı, yeni ve üzücü olayla başlayan hayatımızı, babanın hazin olayını ve bu olayın üzerimizdeki olumsuz etkilerini de not edemedim bu sayfalara. Senin bütün bir aile ortamında yetişmen için geldiğim bu yerden kaç kere suçlanarak gönderilmek istendiğimi de not edemedim buraya. (belki bu satırları daha sonra silerim.) Sonra senin nasıl büyümekte olduğunu da not edemedim. Ankara'da ne de güzel gezdiğimizden (kronolojik hata oluştu sanırım.) Aaa nasıl unuttum, yavrum güzel kızım, sen Ankara'da ve öncesinde Muğla'da toplamda iki ay boyunca kurup rahatsızlığıyla boğuştun ve en son Ankara'da 7 doz ventolin buhardan sonra muş'a geliş yolunda hastalığını atlattın, tabii maalesef antibiyotik kullandık, bunları da unuttum yazmayı, fırsatım olmadı.
Ama bana bir sor "Anneciğim neden yazmıyorsun, not düşmüyorsun diye?" tabii ki biraz tembellik biraz da senin uyku problemin kuzum. Maşallahın var anneciğim, bir yetişkinden daha az uyuyorsun neredeyse. :)
Neyse Muş'a bir şekilde geldik, yerleştik ve üzgünüm ben çalıştığım için sana bir bakıcı bulduk, umarım sana iyi davranıyordur, gözümle gördüğüm iyi davranıyor, her sabah seni ona bırakıyoruz, her akşamüstü de seni oradan alıyoruz. Şu anda gitmekte olduğum okulumdan ben nefret ediyorum, :) hala Söke'yi çok özlüyorum, çok arıyorum ama artık ağlamıyorum.
Bu arada sen koca kız oldun. Hemen hemen her dediğimi anlıyorsun, bana güzel tepkiler veriyorsun, hatta geçenlerde alışveriş merkezindeyken yelegini çıkarmak istemiştim de kaldır ellerini anneciğim dediğimde sen kaldırınca mağazadaki kadın şaşırıp, "aaa anladı" demişti. Halbuki kadının bilmediği bir sır (bence sır) vardı orada senin anlamanda ben seni en başından beri her şeyi anlıyormuş gibi büyüttüm, büyütmeye çalışıyorum. Biliyorum ki sen yahut diğer tüm çocuklar denilen her şeyi gayet de güzel anlıyorlar ancak biz sizi küçük diye düşünüp anlatmayarak sizin gelişiminizin önüne geçiyoruz. Ama ben bunu yapmıyorum, hah! hatta bak ne geldi aklıma, çamaşırları makinadan birlikte çıkarıyoruz, sepeti de birlikte taşıyoruz ve de varış noktasında sen kendini bir güzel alkışlıyorsun, mesela bulaşık makinasını birlikte boşaltıyoruz, sen bana -çok korkuyorum düşüverirsin diye ama sana belli etmiyorum, bardakları tek tek veriyorsun, çay bardağını verirken çay çay diyorsun, su bardağını verirken "şu, şu" diyorsun, kendi bardağını görünce pepeee diye bağırıp alkış tutuyorsun :) ve gerçekten ama gerçekten makinayı birlikte boşaltıp çok çabuk bitiriyoruz. :)
Şimdi uyumam lazım, baban da yok, sabah kalkamayız:) bir dahaki sefere, nasıl konuştuğunu, neler konuştuğunu, hangi mimiklerinin geliştiğini, evimize giren kediyi ve senin tepkini, atları, asansörde nasıl kaldığını geceleri nasıl da uyanıp "düt düt " diye evin içinde araba sürdüğünü anlatacağım...
Seni çok seviyorum anneciğim, kelimeler seni anlatmaya yetmiyor, seni yaşamak lazım, bayramda el öpmeyi öğrettiğimizde öğrendiğin şekliyle ellerini uzatıp "ep ep" dediğin haliyle ellerini, minik ellerini öpüyorum...

19 Mart 2012 Pazartesi

Diş ve gelmeyen minik adımlar...

Anneciğim, sana yazdığım en son yazımda, tamamlayamadığım en son yazımda, senin emeklemeden  sonra nasıl da ayağa kalkmaya geçtiğini anlatacaktım ki bir türlü yine, yeniden fırsat bulup geçemedim bilgisayarın başına. Ha bir kaybımız oldu mu hayır çünkü sen hala yürümüyorsun. Çok ilginçtir ki anneeem kuzum, herkese de ifade ettiğim gibi sana da ifade etmek istiyorum, yaklaşık 2 aydır, kolktuklara tutunarak yürüyorsun, koltuklardan aştın, duvarlara tutunarak yürür oldun, ben lavabodayken, kapıma gelip dakikalarca ağlayacak kadar ayakta beni bekleyedebiliyorsun, hatta düşmeyesin diye ben kapıyı dikkatlice açıyorum ve sen kapının kenarına tutunarak ayakta da kalabiliyorsun, ilk başlarda bana, koltuklara bir şeylere tutunarak kalkarken şimdilerde kendi kendine önce poponu dikip havaya sonra da ellerini yerden kesmek suretiyle ayağa kalkabiliyorsun, ayakta alkış tutabiliyorsun, ayakta poponu yere vura vura dizlerini kıra kıra tempo da tutuyorsun, kahkalar da atıyorsun ama anneciğim "hadi gel kızım" dediğimde bütün vücudunla hoooop üstüme devriliyorsun. Merak ediyorum acaba ilk adımını ne zaman atacaksın. Doğum gününde yürümeni istiyorum nolur yürü yavrum. hem zaten bak yürürsen sana baban ayakkabı da alacak. yürü be kuzum yürü be koçum. yürü artık kollarım yoruldu, sol kolum artık tutmaz oldu, yürü be annem be kim tutar seni diye argo devam etse de yazım anneciğim, yürümeni dört gözle bekliyorum. Seni seviyorum. şu anda o kadar güzel bir sukunet içinde uyuyorsun ki nazar edeceğim diye ödüm kopuyor. Günler akıp gidiyor zaman geçiyor, eski fotograflarına baktıkça seni nasıl emek emek büyüttüğümü düşünüyorum, nasıl da küçükmüşsün nasıl da kocaman kız olmuşsun onu düşünüyorum. Bu yolculukta baban en büyük ama en büyük destekçim. Hatta bazen babanın annen, annenin de baban olduğunu düşünecek kadar destekçi baban. Bazı geceler uykusuzluktan yorgun düştüğümde senin anne hasretiyle yanarken mızırdanmandan uyandığımda babana "lütfen biraz da sen emzir" dediğim olmadı değil, açıkçası bu isteğim dışında biyolojik şartlardan kaynaklı o da, bütün isteklerimi, geceleri seni uyutması gibi, geceleri kalkıp seni yanıma getirmesi gibi çoğu isteğimi, isteğim istediği bir şey olduğu için yani sen olduğun için yerine getiriyor. Hatta bu yazımın arasının bu kadar uzun olmasının sebeplerinden biri de benim geçen hafta girdiğim anadolu liselerine öğretmen alımı sınavıydı. Ben iki haftalık bir süreçte senden arta kalan zamanlarda çalışmak istediğimde, baban, senden daha fazla zaman kalsın diye seninle ilgilendi akşamları, hatta son iki akşam seni de alıp evden gitti. Umarım bu desteklere layık bir sonuç elde ederiz. İşte senin baban böyle bir insan. Seni çok seven, senin tüm bakımını üstlenebilen, ben "Biraz kızınla dışarı gitsen, onu gezdirsen ben de biraz temizlik yapsam" dediğimde, kaptığı gibi seni sitemizin parkına götüren bir baba. Döndüğünde "kızımla sallıncağa bindik, korkmadı" diyen bir baba. Hatta bu park olayını ikinci kez gerçekleştirdiğinizde baban şu ifadelerle anlatmıştı yaptıklarınızı; " Kaç saat adamın başında bekledim kızını indirsin salıncaktan diye", "İnmediler, hala sallanıyorlardır Allah bilir. İnsan biraz da bize izin verir. O kadar dikildim başında." Babanın bu sözlerine cevaben ben de " Hımm. Haklısın ama Elif çok küçük olduğu için adam senin ne düşündüğünü anlamamış olabilir mi? İzin istesen de olurdu heralde" demiştim. Sonuç olarak baban senin kahraman baban. Ha bak senin kahraman babanın bir hikayesini de anlatıp konuyu bağlayayım istersen anneciğim, 3 Martta babana "Baksana sanki elime bir tırtık geliyor,sakın bu .." dedim, sevgili babaan "AAAA diş bu diiş! Kızımın dişi çıkmış." diye sevindi ve " İlk ben gördüm bana hediye alacaksın " dedi. Uzun bir gülüşmeden sonra babanınkiler sevinç benimkiler ise ah garibim gülüşüydü, ona hediyenin dişi gören kişiye alınmadığını, dişi gören kişinin hediyeyi bebeğe aldığını söyledim o zaman da bana "AAaa o zaman sen gördün ilk sen gördün" dedi. Nasıl ama.
Benim güzel kızım şu anda minicik sağ alt bir numaralı dişin çıkmış bulunmakta ve çok güzel bir şekilde tutunarak yürüyor ve de kendi kendine ayağa kalkabiliyorsun. Diğer dişlerini ve de ilk minik adımlarını dört gözle bekliyorum ve de seni çok sevdiğimi söyleyerek yazıma burada ara veriyorum.
Görüşmek üzereeee....

13 Şubat 2012 Pazartesi

Yaramazlıklarım, oyuncaklarım, büyüyorum...




Canım kızım öyle güzel uyuyorsun ki, ben de bu anı değerlendirip senin yaramazlıklarını tarihe not düşmeye geldim. Son bir bir buçuk aydır, hareketlerin o kadar şekillendi, o kadar anlamlaştı ki anlatamam. Her gün ama her gün yazmalıyım yazmalıyım diyorum, fotografını çekiyorum ama sen çok düzenli(!) uyuduğun için fırsatım pek olmuyor.Bugün 2012 yılının şubat ayının 12sindeyiz. Sen 2011 aralık ayının sonlarında kendi başına ayağa kalktın ve ben buna çığlık çığlığa anneeemmm diyerek, hem sevindim hem de bundan endişe duydum düşüverirsin diye. Aslında sen bunun olacağını

 bu fotoğraflarda gördüğün üzere pat pat pat emekleyerek haber vermiştin. Ve biz seni masaların altından toplamayalım diye babanla şöyle bir yöntem bulduk,
masanın altına giden her yola minderleri sıraladık.

Halbuki masanın altına gitmenin engellerken, tırmanmayı öğretmiş, dolayısıyla ayağa kalkmanı da hızlandırmış olduk.
ve bu fotoğrafta tam olarak göremesen de sen bu sıralar ayağa kalkabiliyordun annem. Sonra biz sana koltuğun senden uzak olan ucuna sevdiğin bir oyuncağı koyarak -bu kumanda oluyordu genellikle, sıralamanı sağladık. Ve işte sen o gün bugündür sıralar, emekler, tırmanır oldun ve ben kendimi sürekli olarak açılan ekmeceleri kapatırken, yere düşen magnetleri toplarken, duvara tırmanan seni kontrol ederken, kabloları uzanamayacağın yerlere koyarken bulur oldum. Nasıl yani mi? "Bana nasıl yani anne?" diye mi soruyorsun. E bak o zaman;
Adı ne kim bilir?Tadı da güzel.
Bu nedir acaba?
                                                                     
Anne ben biraz burayı kirlettim sanırım,
kızma.

Bu da marifetin ayrıntılar burada görünmüyor pek.








anlatacağım çok şey var. yarın okul var, şimdilik hoşça kal.

Bunları yazalı çok olmuş ama henüz fırsatım oldu anneciğim ve yazmaya devam ediyoruz;
Yürüteçe binilmez..
Anneee,nasıl girdim buraya çıkar beni.










magnetlere uzanmalıyım,almalıyım ve de ısırmalıyım


prizlerrr,neyse ki çocuk koruması var....

çekmecelerrrr

kapatamadııımmm..

dişlerimi kaşımak için hijyen olmasa da güzel bir şey kapının slikonları.
    
Burda da priz var:)

Oh! ne de güzel kaşıyorum dişlerimi:)

Çok susadıımmm.
O kadar ateşim var ki, biraz su içsem ne iyi olur.
halının altında bişi mi var sanki?

1 Şubat 2012 Çarşamba

:( 2

 Halbuki sandığım gibi değilmiş ölüm. Ölüm büyük bir boşlukmuş sonrasında gelen. Sandım ki babam çok hasta, dayanılmaz acıları var ve ölürse dinlenir, gerçi bilemiyorum, hala öldüğü için dinlendiğini düşünüyorum ama tabii diğer dünyada hayat nasıl gidiyor bilemem. Bildiğim de şu ki bu dünyada hayat biraz zor gidiyor benim için. Babam, yani senin deden, o kadar güzel bir insandı ki, anlatılmaz yaşanırdı. Tabii şu da bir gerçek ki bu güzelliğini ancak 29 yaşıma geldiğimde anladım. Evlenip 3 yıllık evliliğimin, bir kız evladımın ve 29 yılımın sonunda anladım babam benim için ne kadar büyük bir yer kaplıyormuş anladım. Çok ilginç hem var gibi hem yok gibi. Hatıraları var, ama bedeni yok. Çoğu kez rüyamda görüyorum, yemek yedirmeye çalışıyorum, yemiyor, bir türlü yemek ve babam bir araya gelmiyor, uyanıyorum. Yüzünü görmüş olmanın sevinci yokluğunun hüznü içinde uyanıyorum uykumdan.

Zamanla geçer dedikleri şeyin ne olduğunu düşünüyorum bazen.Zamanla geçmeyen şey nasıl bir şeyse, zamanla da büyüyor içimde. Sanki kalbimi kesmişler, bir parçasını almışlar gibi hissediyorum kendimi. Bir boşluk var içimde gün geçtikçe büyüyen. Çığ gibi. Buna  rağmen ben, zamanla neye alışacağımı çok merak ediyorum. Halbuki zamanla babamı daha çok özlüyorum. Öldüğünde ilk kızdım, çok öfkelendim neden bilmiyorum. Sinir oldum resmen. İsyan etmedim Allah'a (haşa.) ama babama kızdım. Yani be adam be benim biricik babam madem sen bu kadar güzelliklerle doluydun, maden ki senin içinde hep bilinen ama hiç dışavurmadığın bir melek, bir vicdan, bir güzel şahane insan vardı, niye ama niye bize bunu hiç göstermedin? Niye hep zor insan olmayı seçtin? Seni tarif ederken biz ve herkes çınar kelimesini kullanırdık. Çınar gibi adam. Koca çınar devrildin gittin. Sana çok kızgınım baba. Onca yıllarımızı heba ettiğin için, bir kere olsun bana olan sevgini göstermediğin için. Hayatımda çok nadir anlardır senin bana beni takdir eder şekilde baktığın, bana güvendiğini hep bildim, ama hiç duymadım. Beni sevdiğini hep tahmin ettim, ama hiç hissetmedim. Yani sana çok güvenirdim, sen benim hayatımın her karesindeymişsin, yemek yaparken bile seni arıyorum, anıyorum. Evimin içindeymişsin. Sofrada kaşık çatal tutuşumda sen varsın, konuşmalarımdaki atasözlerinde sen varsın, yırtık ayakkabılarımda sen varsın, daraltılacak pantalonlarımda, aklımda, elimde, her yerde sen varsın, baba.
Kaç günlerdir hastayız ailecek, Elif be te se dediğin Elif de hasta, bu yüzden annemi çağırdım, annemde de sen varsın. O ne zaman bize gelse sen arar, sanki annem bize rahatsızlık veriyormuş gibi, annenizi gönderin derdin ya, şimdi kimse çağırmıyor annemi, işte bu çağırmayışlar bile beni üzüyor, anlıyorum ki sen yoksun. "Anneme ne işin evde soğukta ne yapacaksın?" diye soruyorum ben evime gideceğim, diye tutturduğunda, burada bile sen varsın ya da yoksun. Eve niye gidecek ki annem sen yoksun. Aramıyorsun da yoksun da. Çantalarımın fermuarları bozuk, çeşmelerim bozuk, hayatımda espri yok, bir olgunluk yok, bir yokluk var.
Keşke sen ölmeden önce sana eşimi sevip sevmediğini sormuş, onunla ilgili düşüncelerini almıştım, sanki evlenirken onayı almamamışım gibi, ama keşke kendimle ilgili de düşüncelerini bir sorsaydım. Mesela deseydim, "Baba ben nasıl biriyim senin gözünde? Beni seviyor musun? Beni mi yoksa şunu mu seviyorsun?" diye sorsaydım bir sana. Keşke bir kere olsun sana babacığım deseydim. Demedim, hiç. Dilimiz alışık değil ki. Çok kızıyorum baba sana. Öfkem üzüntümden büyük. Hani tam anlaşıp konuşacak kemale ermiştik ikimiz de ki sen yoksun. Yokluğuna kızmıyorum yok olduğun zamana da kızmıyorum, eğer nasipse ikimiz de bir gün buluşacağız, ama neden, neden bir şeyleri daha önce daha güzel yaşabilecekken yaşamadık seninle, işte ben buna kızıyorum.
Neyse ki, bana olmasa da başkalarına söylediğin bana olan sevgini başkalarından duymak da mutlu ediyor beni.

Yine de olsun babacığım, beni seviyordun, seni seviyorum. Gittiğin yerde buluşmak üzere...

5 Ocak 2012 Perşembe

:(

Canım kızım, senin için açtığım bu blogu yine daha çok kendimle ilgili bir konuyu yazmak ve de seninle paylaşmak için geldim gece saat 00.42'de. Geldim çünkü az önce dalamadığım uykumdan ağlayarak ve de kafamdaki seslerle kalktım. Dalamıyorum belki de sabah Şenay teyzenin zile basmasıyla uyanmış olduğumdan olabilir. Evet bugün okula geç kaldım ama her zamankinden daha geç. Ve öyle de ters gitti işte işler bugün. Okulda bir arkadaşımla tartıştık ve ben bunun olmasını da hiç istemezdim. Sonra öğleden sonra hastaneye gidecektik keza gittik ama yanımda cüzdanım dolayısıyla da nüfus cüzdanlarımız yoktu. Neyse ki baban bu durumu halletti de muayene olabildik. Olduk da noldu diye sorarsan doktor hanımın senin için verdiği ilaçları almadık çünkü annenin biraz güven problemi var. Her zaman gittiğimiz Yasin amcana gitmediğimiz için, herhangi bir doktora gittiğimiz için annen ilaçlarını almadı. Ama tabii ki de bunda doktor hanımın hırlıtının sadece burnundan geldiğini söylemesinde de etkisi var. Daha sonra benim doktora gittik anneciğim ve de doktor bana çektirdiğim tırnağımın hemen iyileşmeyeceğini söyledi ama yine de muayne etti ve beklediğinden çok daha iyi bir tırnak olduğunu söyledi.:) Neyse tatlı kızım hastane çıkışında da içimi dökmek ve de tüm negatif enerjimi Emine teyzene aktarmak üzere ona gittiğimde fark ettim ki kucağımda sen yanlış apartmanın 5. katındayım. E doğal olarak merdivenlerden bir hışımla indim ve de *Emine teyzenin "Hani kapıyı açtım, Nerdesin?" sorusuna da "Yan bloktayım." diye cevap verdim.Neyse en sonunda vardım ve de biraz oturduktan sonra baban aldı bizi eve geldik, güzelce yemek yedik sen az yedin (azıcık işkembe çorbası tattırdım sana sana sevdin ama biraz ekşi ve sarımsaklı geldi sanırım:) ) ve sofrayı toplayıp (bu işi bizim evde baban yapıyor:) ) bulaşıkları halletmek üzere mutfağa gitmiştim ki baban seslendi. Geldim, bana televizyondaki bir şeyi izlememi söylemişti, tabii bu sırada yüzü bana sırtı sana dönük. işte o kısacık anda sen yere yüz üstü düştün, tam da sol yanağının üstüne düşmüşsün, çok acı acı ağladın, ağladın ve de ağladığın kadar varmış çünkü yanağın morardı. Ben sana sıkı sıkı sarıldım, ağlarken içim parçalandı ama nihayetinde sustun şükür:) Sustun ve akabinde ben tekrar mutfağa gittim, babana ve kendime kahve yaptım, ona tatlı getirdim, o sıcak kahvesini yudumladı ben soğuk:) ve gecenin ilerleyen saatlerine doğru çok eğlendik, sana bingo şarkısını hoplaya zıplaya söyledim ve de sen "anneme bakın herhalde kafayı yedi, koskoca kadın karşımda bir sağa bir sola zıplıyor, dizlerini kırıp elleriyle şap şup sesler çıkarıyor ve bir yandan da there was a farmer had a dog bingo bingo diye şarkı söylüyor" der gibi bakıp bakıp kahkahalarla beni izledin. Sonra babana sıranın onda olduğunu söyledim ve babanın aramızda kalsın çok kötüydü, yaptığı tek şey sanki maçtaymış gibi, höylöylöylöy löy löy löyyyy derken bir sağa bir sola kollarını açıp zıplaya zıplaya gitmesiydi. Tabii benim bingo şarkısının yanında sönük kaldı ve sen hiç beğenmedin. nihayetinde de saat 11miydi 12ye merdiven dayamış mıydı bilmiyorum uyudun. ve ben buraya tüm bunları yazmak için değil, seninle bir şeyler paylaşmak için gelmiştim. Bu yazımı şimdi burada bitiriyorum. ÇAmaşır makinası da fırsattan istifade beni çağırıyor. Eğer ki uykum gelmiş olursa senin minik zıbınlarını astıktan sonra gelip yazı yazmayacağım ama eğer ki uykum hala gelmemişse gelip sana dedeni anlatacağımı, yani benim babamı. 1ay bir hafta önce kaybettiğimiz dedeni, gün geçtikçe içimde çıp gibi büyüyen acısını, boşluğu ve de yarayı. Sandım ki zaten hastaydı ve de dinlendi, sandım ki biz zaten pek iyi değildik ve de böylesi daha iyi oldu. Halbukii....