16 Aralık 2011 Cuma

Günler su gibi akıp giderken...

Bu ilhamın gelmesini özellikle beklemek geçen zamanı kaydedememekten başka bir şey değilmiş meğer. Onun için güzel kızım, son zamanlarda neler yaptıgını bir bir anlatacağım ki zaten en son hamlen beni buraya getiren. Güzel kızım, sen geçtigimiz pazartesi (12.12.2011) kendi başına ayağa kalktın.Ben Şaziye teyzenle konuşurken bir de baktım ki tutunmuş ayağa kalkıyorsun, kalktın kimseden yardım almadan. O anki sevincime Şaziye teyzen de ortak oldu.
7 ayını doldurdun. Hatta 11 gün sonra 8. ayını da dolduracaksın. Ve sen son zamanlarda ayağa kalkmanın dışında yüksek sesle bağırıyor, A sesini her tondan söylemeye çalışıyor, bazen sanki bir şeye şaşırmış gibi, bazen kızmış gibi bazen de öyle yüksek sesle AAAaaAAAaa aaA diyorsun ve ben en çok tüm bu ses ayarlarını yaparken, yumruklarını sıkıp sanki hani bir zafer kazanınca insan "Evet!İşte bu!" derken yumruklarını sıkar ve havaya kaldırır ya bir zafer sevinciyle, senin aynen bu şekilde yumruklarını sıkmana bayılıyorum.
Babanın olmadığı zamanlarda bu akşamki gibi, digiturkten ingilizce çizgi film dinletiyorum arada da izliyorsun yalan değil. Bugün hatta sen vazgeçtin de ben izledim sonuna kadar ve o tek ayaklı oyuncak askerin hikayesini çok sevdim.:) Bir de bugün ingilizce adına benim öğrencilerim için aldığım flashcardlardan hayvanları gösterdim sana , inglizce isimlerini söyledim, ingilizce seslerini çıkardım ve sen sadece kibar bir şekilde güldün. Türkçe konuşmak kolayıma geliyor tabii ki de o yüzden Türkçe konuşuyorum seninle yoksa hemen hemen ilk aylarından başlayarak ingilizce konuşuyordum ne güzel. Tabii çevrenin etkisi yanlış yapıyorum kaygısı ve "yavrum ciğerim anasssının guzusu" gibi tabirleri ingilizce nasıl söyleyeceğimi bilmediğim için bıraktım ingilizce konuşmayı seninle. Konuşmak zor gelse de okumak o kadar zor değil ve senin için ingilizce masal kitabı siparişi verdim bugün gelince onları okuyacağımı düşünüyorum ve de umuyorum akşamları.
Başka neler yapıyorsun... Biberonunu kendin tutuyorsun ve de su içiyorsun. Tabii bi süre sonra biberonunu ters çevirdiğin de oluyor, tutup salladığın da ama nihayetinde tutup içebiliyorsun. E tabii senin bu davranışın da baban da şöyle bir düşünce oluşturuyor ve şunu diyor  " E hayatım baksana kızımız biberonunu tutabiliyor, saplı biberona ne gerek var?". Aslına bakarsan bu düşünceye ben de hemen adapte oluyorum. Ama işte insan heves ediyor yalan değil.
Başka başkaa... Geçen haftasonu oyuncakçıya gittik, bütün oyuncaklara hıh hıh diyerek tepki verdin fakat bi hiçbir şey almadan çıktık. Pardon sana küçük bir laptop aldım ingilizcesi de var. Sesli ve ışıklı oyuncaklara çok güzel tepki veriyorsun.
Sonraaa babanı görünce acayip mutlu oluyorsun, bir kahkalar bir gülücükler, babanın yüzüne şap şap vuruyorsun sevincinden. Ama nedense öpüşüp koklaştıktan sonra eğer odada ben varsam hııı diyerek kaşlarını da yana devirerek bana geliyorsun. Aramızda kalsın bu her iki  durum da çok hoşuma gidiyor.
Bugün Zeynep teyzen aradı kızından bahsetti, "uyuyor uyanıyor uyumadığı zamanlarda da ağlıyor" dedi. Ve ardından "Elif nasıldı bu aylarda?" diye sordu. İşte o an bir şey hatırlayamayınca net bir şekilde dedim ki kendime "Sibelciğim yaz." Yani canım kızım ilham gelmedi ama aklıma bunlar geldi. Edebi de olmadı ama ben bunları yazdım, bir başka deyişle not aldım, hem kendim için hem de bir gün senin için.
Şimdi o kadar tatlı uyuyorsun ki yanına kıvrılıvereceğim, gözümden uyku akıyor.

Seni seviyorum, kabak kafam.

6 Aralık 2011 Salı

Ded ded ded de de

Canım kızım, uzun zamandır bloga bir şey karalamıyorum. Halbuki hep şunu dedim durdum, blogtan uzak oldugun şu zaman diliminde; "Canım kızım sürünüyor bunu yazmalıyım, Elif kendi başına yemek yiyiyor yazmalıyım, Elif emekliyor gibi yapıyor yazmalıyım, Elif'im hasta oldu..." ve bunlar gibi bir sürü yenilik ama ne yazık  ki ben yazmaya gücüm yetmediğinden ilham perisi de gelmediginden yazmadım. Şimdi ilham mı geldi de yazıyorum hayır, ama bunu bloguna dahi olsa bir yerlere kaydetmek istediğim için yazıyorum. Geçen hafta salı günü yani 29 Kasım'da dedini kaybettik. Ertesi gün de defnettik.Kelimeler parmaklarımda dügümleniyor yazmak istediğim çok şey var ama sadece bunu yazacagım. konuşmak dahi beni yorarken yazmak ne kadar zul geliyor anlatamam. insan kaybettikleriyle hep bir şeyler ögreniyor, ben de bir şeyler ögrendim de umarım bu ögrendiklerimi sen hayatını kurarken aktarırım da sen yaparak yaşayarak üzülerek ögrenmek durumunda kalmazsın...
bu arada deden göremedi, ama vefatından 2-3 gün sonra sen emekledin. bu sıralarda da emekliyorsun. bir iki pat yerdesin.:) Yaşama sevincimsin bunu bil. seni seviyorum bunu da bil. Yoruldugum zamanlarda yaşamaktan ve de ellerimi dua etmek için açtıgımda seni düşünüpindiriyorum. Üzgünüm senin annen ben oldugum iiçin üzgünüm, umarım sana layık olabilir seni de hayatını kurarken en güzel şekilde destekleyebilirim.
Canım kızım, bundan sonra beni maalesef daha zor günler bekliyor bilmiyorum neden, umarım seni yormam ve de üzmem. SENİ ÇOK SEVİYORUM.

27 Eylül 2011 Salı

saat 5.38

Saat 5 suları, senin sesinle uyandım az önce, hatta baban seslendi, "Kalk Elif ağlıyor." dedi. İçimden ona biliyorum,duyuyorum kalkıyorum desem de kalkmak için birkaç saniye geciktiğimi biliyorum. Nedendir bilmem dün de bugün de yattığım yerde uyuyakaldım. Hatta dün sabah okula da geç kaldığım için müdürden ince bir azar da işittim, kırıcı değildi de uyarıcıydı sanki annem. Geç kalışlarıma mazaret olarak seni sunmuyorum, keza sen değilsin. Sen mi "uyu da geç kal anne" dedin bana, hayır, sen tam aksine "uyan, uyuma anne" dedin ha bire, son günlerde. Dedim ya uyuyakalıyorum. Dün gece babanın senin odana gelip beni uyandırışını hatırlıyorum, "Tibeeel, hadi kalk yatağına yat." Kalkıyorum yerimden  lakin bu sırada seni düşünüyorum, sen yoksun yanımda, uykulu gözlerle yatağında olduğunu görüyorum, uyumuşsun ne ara bilmiyorum, hatta yatağına da yatmışsın :) büyük ve mağmur bir sevinçle gidiyorum "kendi" yatağıma. Gidiyorum, yatıyorum ama diyorum ki kalkmam lazım ev ne halde şu anda bilmiyorum, akşam gözlerim çok ağrıyordu, ağrısı başıma vurmuştu, acaba mutfağı toplamış mıydım diye düşünüyorum içimden, bu arada uyuyorum, topladığımı hatırlayarak rahatlıyorum, derken senin çamaşırlarını makinaya attığımı hatırlıyorum, mırıldar gibi bir sesle, "tüh ya Elif'in çamaşırları makinada kaldı" diyorum, baban bana "sepeti bulamadım, bulsaydım asacaktım" diyor. Şöyle bir seviyorum kendisini çamaşır asmaya teşebbüs ettiği için ama kızıyorum hemen ardından "sepeti bulmakta ne var şu küçücük evin içinde" diyorum içimden, sesli konuşmaya mecalim yok. Artık tamamen uyuduğumu hissediyorum. Uyuyorum ama zihnimde hep bir şeyler, senin acıktım anne ağlayışınla kalktığımda hatırladığım şey Burcu Teyzen oluyor. Onu gördüm rüyamda. Bize gelmişler, (nasıl olur diyorum kendi kendime nasıl misafir kabul etmişim fırın bozuk :) ) ama ev bizim ev değil. Böyle her gece babanla oturup hayal kurduğum ev de değil,(baban ben bu hayali kurarken hep gülüyor) basit tek katlı, girişi geniş bir ev.Yer sofrası yapmışım kahvaltı hazırlamışım- maşallah bana. Kahvaltı yapıyoruz. Kahvaltıda maydanoz falan yiyoruz Burcu Teyzenle süt yapsın diyedir heralde. Burcu teyzenin elinde çay, kalvaltı bitti ama biz sofradayız, "yo hayır daha fazla yemeyeceğim" diyor ama öyle saçmalaşıyor rüya sonra. Bu arada sen doyuyorsun, bu gerçek:) uykuna kaldığın yerden devam ediyorsun, baban da -maşallah. Ben ise gözlerim ağrıyor hala diyorum, kalkıp mutfağa gidiyorum, biraz dağınık, ıhlamur çayı bulaşıkları var onları topluyorum, sonra bugün yapacağım ve aslında uykumun bir yarısında da düşünüyor olduğum sınav geliyor aklıma, geçiyorum bilgisayarın başına, sınavı hazırlıyorum, bu sırada nurturia sitesine giriyorum, yazılanları okuyunca yoğurdu mayalamadığım aklıma geliyor, kalkıp yogurdu mayalıyorum, umuyorum ki saat 10a kadar tutar da sen de yersin kuzum, ve nihayetinde bilgisayarın başına geçip tüm bunları yazmak istiyorum.. ve yazıyorum...
Bu öylesine yazılmış bir yazı, tarihte bunun da bir yeri olsun diye yazılmış bir yazı, anı. Öylesine...

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Keşke...

Keşke kahraman baban bana Elif Şafak'ın son kitabını alsa...

18 Ağustos 2011 Perşembe

İlkler...

Canım kızım,
Bu bir özür yazısıdır.
Dün Emine Teyze’nin kızı Nil dünyaya geldi. Ne yazık ki biz ziyaret saatine yetişemedik ve de bugün gittik. Kahraman baban öğlen eve geldi ve hep birlikte çıktık evden. Yol üzerindeki bir marketten meyve suyu ve bisküvi aldık, çiçek yaptırmaya fırsatımız yoktu çünkü. Buraya kadar her şey güzel ve de normal. Yolda giderken ben seninle hastanede neler olacağını anlattım, Nil’i ziyarete gittiğimizi, senin babanla beraber  arabada oturacağını, benim yukarı çıkıp  Nil’in fotoğrafını çekeceğimi anlattım sana birer birer.
Ve nihayet vardık hastaneye baban beni kapının önünde bıraktı ve “ Sen in, ben arabayı park edeyim” dedi. Ben de hızlı bir şekilde inip sana el salladıktan sonra hızlı bir şekilde yukarı çıktım bekletmeyeyim sizi diye. Tam yukarıya vardım ki baban arıyor, “ nereye kayboldun hemen ya!”  ben de şaşkın şaşkın “ Hayatım ben yukarı çıktım, Elif’i yukarı almıyorlar ya, siz aşağıda bekleyeceksiniz” dedim. Baban; “Elif yanında değil mi?” dedi. “Hayır, arabada ya.” Dedim. “ inanmıyorum Sibel sana” diyerek telefonu kapattı baban ve ivedilikle arabaya koştu.  O anı kendisi şöyle anlatıyor;
“ Bir gittim, ana kucağında öylece duruyor, sıcaktan terlemiş, gözleri nemli nemli,ağlamış azıcık, beni görünce sevindi, gülmeye başladı. Bir içim acıdı, bir içim acıdı Sibel anlatamam.” Ve bunu anlatırken hüznünün yüzüne yansımasını görmeliydin. Sonra gülüyor tabii trajikomik bir olay bu.
Bense babanın bu gafının ardından Nil’in yanında fazla kalamadan iniyorum aşağıya, hem zaten fotoğraf makinesini de unutmuşum bir de ona üzülüyorum.
Ha canım yavrum şunu da unutmadan ekleyeyim, bu durumun sorumlusu benmişim, beni yarım kulak dinleyen baban değilmiş. "Halbuki" diyorum, “anlattım ben” adım gibi eminim kuzum anlattım sen de bir güzel dinledin. Lakin biraz zorlayınca hafızamı anlattığıma emin oluyorum evet ama ufak bir farkla, hepsi İngilizceydi…
işte bugün İLK KEZ seni arabada unuttuk.

16 Ağustos 2011 Salı

Bir annenin kızına tavsiyeleri

Nedendir bilmem, içimden sana yemek tarifleri yazmak geliyor. Ben yazı yaşarken kış yemeklerini, kışı yaşarken yaz yemeklerini unutan, bütün tarifleri kısa belleğinde tutup  yazdan kışa, kıştan yaza o belleği formatlayan, ve her mevsim dönüşünde “Anne, bana bamya yemeğinin tarifini versene acil” ya da “Anne ya misafir gelecek kuru fasulyeyi seviyorlar, nasıl yapacaktım?” diye soran bir anneyim.  Yaz başında sorduğum bamya yemeği nasıl yapılır sorusundan hemen sonra söylediğim “Anneciğim bamyaların başını aldım” cümlesinin hemen ardından yüksek tonda, biraz da kızgın anneannenin “ eee yıkadı mıydın peki?” sorusuna “Hayır” cevabını verdiğimde bir ton azar işiten bir anneyim ben. Sen bir ton azar işitme diye yavrum J bamyaları kesmeden önce yıka ve yıkarken ekşi- goruk ekşisi olabilir, kullan ki o sakızımsı sıvısını akıtmasın.  Yoksa anneannenin telefondan fırlayıp da yanında bitiverecekmiş hissini uyandıran o sesine maruz kalmayasın.  O ses benim sesim olur mu bilmiyorum, bilseydim sana yemek tarifleri yazmazdım zamanı gelince anlatırdım lakin zamanı geldiğinde ben orada olur muyum bilmiyorum.  Kuru fasulyeyi de akşamdan ısla  pişirmesi kolay olsun yoksa saatlerce kaynatır durursun. Tabii düdüklü tencere kullan. Eğer kullanmayı bilirsen düdüklü senin en büyük yardımcın olur, bilmezsen patlayacak diye korktuğun düşmanın olur.  Benim sana asıl anlatmak istediğim yemek ise; pirinç çorbası. Onun tam tarifini vereceğim şimdi. Pirinç çorbasını yapmak için pirinç haşlamana lüzum yok. Şöyle ki; akşam yapıp yediğiniz pilav tenceresinin yapıştığı için dibinde kalan pirinçleri bir güzel ısla. Isladın mı? Sonra ertesi günü bekle. Onlar şişerek tencerinin dibinden ayrılmış olacaklar. Sonra ayrı bir tavada kararın kadar margarine rendelenmiş domatesleri, onu kendin ayarlayacaksın kaç tane bilmem, biraz da salçayı ekle ve de hepsini bir güzel kavur. Çiğ kalmasın tadı olmaz. Kavrulduktan sonra o şişmiş ve de kaynamakta olan pirinçlere ekle şöyle bir çevir, iki dakika kaynat.( Pilavı zaten tavuk suyuyla yapacağın için çorbaya normal su eklesen de olur.) Al sana yemek. Dünün pilavı bugünün pirinç çorbası. Şu anda Afrika’da milyonlarca insan, milyonlarca bebek açlıktan ölürken bizim tencerinin dibindeki pirinçleri çöpe dökmemiz olmaz. Öyle ki biz dengeli tüketirsek, onlar da açlıktan ölmez. Çünkü hepimize yetecek kadar yiyecek ve su var dünya üzerinde.
Sevgiler Annen...

Tazmanya canavarı...

"Oyun halısı arıyorum Ankara'dayım.Sen "Babam alacak bize" diyorsun. " Koskoca Ankara'da playskool yok" diyorum, bez kitap da bulamadım, of. Tazmanya canavarı geçiyor ingilizce bir şeyler söylüyor anlamıyorum. Bir de ırmak akıyor ama çizgifilm ırmak. Twitty yüzüyor, ben izliyorum.
Gözlerimi açtım Elif ağzını açmış aranıyor koynumda. Tek güzel gerçek ELİF. Günaydın Burcuege. "


Burcu Teyze'ne 07/08/2011 tarihinde yazdığım bir mesaj bu. O uzun rüyayı o kısa mesaj kutusuna sığdırmaya çalışmıştım. Gerçi insan uyanınca da pek bir şey hatırlamıyor ya. O rüyanın anısına daha önceden kaydettiğim bir videoyu ekliyorum.
 
P.S. Ekleyemedim:( video çok uzun geldi sanırım. Lakin bilgisayarda saklı, büyünce burada ne olduğunu sana gösteririm.:)

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Şu annem âlem kadın

Dün akşam annemle babam sofrayı hazırlarken çok değişik bir şey oldu. Annem mutfaktan getirmekte olduğu ketçap ve mayonezi birden koltuğun üstüne fırlattı ve beni yerden hızlı bir şekilde alıp kucağına oturttu. Ah o annemin koltuk takımı… Nelekeler gördü ; zeytinyağı,meyve suyu,kusmuk, bir de buna ketçap, mayonez eklenecekti ama neyse ki kapakları kapalıymış. Annem bağırıyor; “Elif!Elif!” öyle de uykum var ki hiç gözümü açmak gelmiyor içimden. Babama sesleniyor, fakat babam  hiç oralı değil gayet rahat yaptığı o enfes yemeği karıştırmaya devam ediyor. Annem ısrarla bana seslenmeye devam edince babam nihayetinde geliyor ve şaşkın şaşkın önce bir bakıyor bize sonra da beni tuttuğu gibi havaya kaldırıyor. “N’oluyor ya?” demek için gözlerimi açınca ikisi beraber “Tamam tamam açtı gözlerini” diyorlar. Annem başlıyor ağlamaya. O niye ağlıyor bilmiyorum ama ben uykum bölündüğü için çok sinir olup ağladığımı biliyorum. J
Annem gerçekten âlem kadın. Yahu uyusun da büyüsün diye ninni söyleyen sen değil misin? E peki kaç günlerdir, bu çocuk niye dönmüyor, dönmeyecek mi yoksa diye söylenip duran, gelen gidene dert yanan sen değil misin? E madem öyle anneciğim, neden dönerken yüzüstü uyuyakaldım diye panik yapıp beni uykumdan uyandırıyorsun yahu? Alt tarafı yüzüstü uyuyakalmışım, rahat ol ben iyiyim canım…
Kuzun,Elif.

10 Ağustos 2011 Çarşamba

09.08.08den 09.08.11e...

Biri zile bastı 2 kere… Acaba kim? Babam olsa 3 kere basardı ardardına. Annemle açtık kapıyı aaa babaaam. Canım babam. Annem kızgın, ah benim sinirli annem ;
 “Hani nerede pideler!?”
 Babam;
 “Yaptırmadım.”
“ E bari ekmek alsaydın. Sabahtan beri açım:(.” Annemi bildim bileli açtır. Eğer babam eve ekmek almazsa acından ölse bakkala ekmek almaya gitmez. Makarna yapar da yer   yine de gitmez. Hele şimdi ben doğdum, beni bahane edip hiç hiç gitmiyor.
“Yer ayırttım”
“Hiç gerek yok, ben yemek yaptım.” Deyip bir yandan benim karnımı doyurmaya devam ediyor.
“iyi sen bilirsin, öyleyse ben kendim gider yerim” diyor babam.
Beni salona bırakıp içerde bıdır bıdır konuşuyorlar. O kadar uzun konuşmuşlar ki ben uyumuşum. Annem üstümü değiştirmek için geldiğinde uyandım. Annem… gözleri mi kızarmış ne sanki? 
Babamın güçlü ve de güvenli kollarında aşağıya iniyoruz.

 Sonra ben yine her zamanki yerimi alıyorum.

 Yemek yiyeceğimiz yere varıyoruz. Babam benim kahraman babam cam kenarında bir masa rezerve ettirmiş. Yanımızda da 10 kişilik bir masa rezerve edilmiş. Benim dikkatimi yan masa çekiyor. 10 kişi önce ablalar geliyor, sarılıyorlar, öpüyorlar birbirlerini, canım cicim gibi kelimeler kullanıyorlar, çok kibar ve alçak sesle konuşuyorlar. Hatta içlerinden biri annemden izin alarak beni seviyor. Bir süre sonra ağbiler geliyor.  Aman ne gürültücü takım hepsi ablalarla tokalaşıp, sarılıyorlar. Facebooktan bulmuşlar galiba birbirlerini. Ya da facebookta arkadaşlar galiba. Babam annemle ne yemek istediklerine karar verip her gittiğimizde beni seven garson amcaya siparişleri veriyorlar. Bir güzel yiyorlar yemeklerini ama annem her zamanki gibi gürültüden rahatsız oluyor. Televizyonun yüksek sesle izlenmesinden, yüksek sesle müzik dinlemekten kapalı alanlarda,  yüksek sesle konuşan insanlardan rahatsız olduğu gibi yan masamızdaki 10 kişilik genç grubun çıkardığı gürültüden rahatsız oluyor, açıkçası ben de. Uyuyamıyorum yahu…  Ağlıyorum babam da kahraman babam da beni tek dizinin üstünde tek eliyle tutuyor. Kesiyorum ağlamayı o an her şey benim oluyor. The best dad in the world diyorum tişörtünde de yazdığı gibi.

Annem;
“ Bugünün ayın 9u olduğunu biliyor muydun?” diye soruyor.
“Ekranda yazıyor” diyor babam başını sallayarak ve devam ediyor “ Bizim sistemi açınca evlilik yıldönümünüz kutlu olsun diye yazıyor.”
 Annem işte imâlı bir hıı çekiyor, babam hemen;
“ Ama ben çok önceden planlamıştım, sadece neresi olsun diye karar verememiştim” diyor. Annem sakin sakin dinliyor, yorumsuz. Son zamanlarda hep böyle, suskun, sessiz, sakin.  
Çok kelime sarf etmeden bitiyorlar yemeklerini. Babam benim canım babam bir de tatlı söylüyor, “söyle söyle” diyorum kendimce, “annem yesin ben de yiyeyim” diyorum. Ve artııık kalkıyoruz.


Arabada annem babama teşekkür ettikten sonra;
“İyi ki evlenmişiz.” Diyor. Niye sorusuna babamın; “Elif” diyor. Huzurla gözlerimi kapatıyorum her zamanki sahte anakucağında…


Uzun yolculuğum-1

Merhaba,
Uzun yolculuğumu anlatmaya devam ediyorum.
Annem ve babam beni fark ettiklerinde kendileri dahil kimseye söylememeye karar verirler. 8 haftalık oluncaya kadar beklerler J annemin içinde beni kaybetme korkusu vardır ve bu korku ben doğana kadar devam eder. Yaşanmışlıkların etkisinden kurtulamaz maalesef. Annem okula gider gelir, içinde bir heyecan ve mide bulantısı (yaşasın!) kimselere söyleyemez. Ama çatlayacak neredeyse. Benim saf yürekli uyanık annem sene başı toplantılarında görevlendirmelerini hep 2. Döneme alır. Çünkü kendince 2. Dönem doğum iznine ayrılıp hiçbir görevi yerine getirmeyecektir. Keza öyle de olur. Ne zamandı hatırlamıyorum annem yavaştan yavaştan söylemeye başladı. Benim var olduğumun bilinmesi demek annem için pozitif ayrımcılık demekti.
İlk 3 ay annem her sabah evden koşarak çıktı (her nasılsa buzdolabını açınca her şeyin kokusunu duyuyormuş midesi bulanıyormuş), okulda soğuk bir bardak su içerek güne başladı ve de bütün hamileliği boyunca da soğuk su içti çünkü sıcak su her nedense midesini bulandırıyordu. Benim canım babam annemin en büyük yardımcısı oldu bu süreçte, annem eve halsiz bitkin geldiğinde hep anlayışla karşıladı ve de hiçbir istekte bulunmadı hemen hemen ve çok iyi yumurta kırdığını da o zamanlarda öğrendimJ 4 ay bitti 5 ay bitti 6 ay bitti kontrollere her gittiğinde her şeyin normal olduğunu öğrenerek çıktı. Mutluydu annem ben de J  
7 ay geçti…  O dönemde şöyle talihsiz bir olay yaşadık annemle; bir sabah ananem annemi dedemin yoğun bakımda olduğunu söylemek için aradı. Annem yıkıldı. İşte o gün okuldaki son günü oldu annemin. Dedem kalp krizi geçirmişti ve hastanede kaldı uzun bir süre. Annem mazeret izni aldı, sonra rapor ve nihayetinde ise doğum iznine ayrıldı. Annemi o dönemde üzen başka bir olay da öğrencileriyle hazırladığı tiyatronun yarım kalması oldu. (hani dedim ya saf yürekli uyanık annem diye, uyanıklılığıyla görevleri ikinci döneme aldı ama saflığıyla da birinci dönem başladı tiyatro yapmaya, fahri olarak.) Dillendiremez ama bu olay, onca emek, onca çalışma çöpe gitmiştir ve de kim bilir belki de bu yüzden bana annem öğrencilerini çalıştırdığı “sindrella” masalıyla “kırmızı başlıklı kız”ı çok iyi bilmesine rağmen hiç ama hiç anlatmaz.
Yaklaşık 2 ay kadar dedemin yanında kaldıktan sonra evimize döndük. Ben heyecanla geleceğim günü beklemeye başladım içeride. Keyfime diyecek yok parmaklarım bugün olduğu gibi o günlerde de ağzımda, baş aşağı durmuş dünyaya gelmeyi bekliyorum. Annem ise uzun süre benden dolayı dışarı çıkamayacağını bildiğinden gezme peşindedir. Nasıl yapsam da son günlerimi gezerek geçirsem diye düşünür. Benim hatırladığım son gezmemiz annemle, Hakkı Amcam,Gülten Teyzem ve aileleriyle,Recep Amcam ve de Didem Teyzemle yaptığımız o komik piknik. Amma gezmiştik haa… Sevgi plajına gitmek için taaa ortaklar, Selçuk, Kuşadası’na gitmiştik… ve sonunda herkesin toplanıp gittiği saatte biz piknik yapmıştık. J 
                                       
 
                                                   
Bir de bugünün ertesi gününde Aynur Teyzem, Ahmet Amcam ve de Azra Ablamla değirmene gitmiştik. Zaten o da annemle bizim son gezmemiz oldu annemle bir bütün iken.

                                                                                                       

                                                     

                                                                                                                          
Salı günü annem son kontrolüne gitti. O günü hatırlıyorum hem de çok iyi hatırlıyorum. Annem girdiği her odada nedensiz bir şekilde ağlıyordu. Hastaneyi bahane ediyordu, doktoru bahane ediyordu, durup durup ağlıyordu. Hatta bir ara hemşireye “Doğsun başkasına vereceğim bunu” dedi de kalbimi kırdı. Ama şimdi öyle mi komşuya bile bırakmıyor beni. Bütün raporları toplayıp Doktor Esen Teyzeye gösterince “ Hadi bakalım canım çık yukarıya seni ameliyata alalım” dedi Esen Teyze. Annem başladı ağlamaya. Esen teyze sordu “ Neden ağlıyorsun?”  annem, bu cevabına çok şaşırmıştım, “Korkuyorum” dedi, biraz daha konuştular ve de ben biraz gezeyim diyerek çıktı hastaneden. Babam çok şaşırmakla birlikte gayet rahat davranıyordu. Tamam sen burada bekle diyordu anneme ben valizi alıp geleyim. Tartışmaya tutuldular ve de annem ertesi sabah yattı hastaneye. Suni sancı aldı. Ama kapılar açılmadı ben devam ettim parmağımı emmeye ama bağırsaklarım gurulduyordu, gur gur gurr… Babam keyifli bir şekilde espri yapıyordu; “doktor hanım bebeği saat 5e yetiştirmemiz lazım, arkadaşlar gelecek ayıp olmasın boş dönmesinler.”  İlahi babaaaa… Annem sezeryan mı sancıyı beklemek mi bilemedi sonunda bu bekleyişten sıkıldı ve de sezeryana girdi. Bir de annem çıktığını hatırlıyor.
Esen teyze beni bir aldı dışarıya popoma bir vurdu ben ağlıyorum annem bana mısın demiyor hor hor uyuyor mübarek. Yahu bir kafanı kaldır bak bana değil mi? En sonunda gözlerini açtı bak dediler ama ben annemin beni gözlüksüz göremeyeceği kadar uzaktaydım. Ayy ama annem tam görülmelik ne kadar sinirli bir kadınmış dedim içimde amanınnn. Bir de beni yatırdılar göğsüne biz böyle ameliyattan iki katlı ev gibi çıktık. Ama annem çok sinirliydi…

  
                                              
işte ben, Elif.                                 




Çok yoruldum sonra gene yazarım…. Dünya çok güzelmiş, annem çok sinirli ama çok güzelmiş. Babam da çok yakışıklıymış hani. Ha bire gülüyor. Açıkçası dünyaya geldiğimde babam beni annemden daha sıcak karşıladı…
İkisini de çok seviyorum… Elif…


4 Ağustos 2011 Perşembe

Uzun yolculuğum

Merhaba  J
Uzun zamandır bekliyorum annem şu yaptığı bloga uzun yolculuğumu yazar mı diye ama yazmıyor. Alıyor eline bilgisayarı basıyor tuşlarına ama tekrar siliyor. Sanırım benim kadar cesur değil. İşte bu yüzden onun yerine ben yazmaya karar verdim bu uzuuun yolculuğu anlatmaya…
Yıl 2010, Ekim ayının 3. Günü kardeşim dünyaya gelmekten vazgeçti. Aslına bakarsan yolların bu kadar virajlı ve de yokuşlu olduğunu bilseydim ben de vazgeçebilirdim belki ama sanırım ben anne babama güvendim bana yardımcı olurlar diye ve ben annemin ve babamın zihninde kardeşimden sonra fikir olarak üremeye başladım…  Annem kardeşimden sonra şu kararları almış, ben bilmiyorum da birinden duydum, epilasyona gideceğim, İngiltereye gideceğim, Kpds’ye gideceğim diğerlerini hatırlamıyorum. Bu kararları almış çünkü kardeşim olduğunda şunları düşünmüş, “Eyvah henüz hayatımda yapacağım çok şey vardı ve bebek bunlara engel olacak. Hay Allah ben ne yaptım?” (sanırım kardeşim de bu düşünceye tahammül edemedi ve de vazgeçti. Ama annem bu gidişe çok üzüldü içten içe. Hele babam ben olunca ancak ben olunca üzüntüsünü söylemiş anneme.1 yıl içinde tutmuş babam bu düşünceyi, kim bilir başka neleri içinde saklıyor, o gülen yüzünün altında kim bilir başka ne hüzünler var anneme ve de bana söylemediği. Neyse konumuza dönelim. Annem şöyle bi karar alır, “Evet Sibel Hanım, madem ki bebek hayatında engeldi, al sana bi fırsat daha, git yaptır şimdi epilasyonunu, gir kpds,ye, git İngiltere’ye ve sana bunlar için 6 ay süre, hadi bakalım.” der  ve epilasyona hala gitmemiştir annem. Babamla konuşurlarken duydum, bu sene gitmeyi planlıyormuş ve de bana zararı olur mu onu konuşuyorlardı.  Ama kpds’ye girdi ve yine hedeflediği puanı alamadı :D Ama aldığı puan İngiltere’ye gitmeye yetti. Evet annem İngiltere’ye gitmiş.  Son zamanlarda babam annemle alay ediyor;
           “ Hayatım sahi ya sen İngiltere’ye gitmiştin değil mi? Nerede senin o fotografların?”
           “Yok!”
          “Nereden bileceğiz biz senin gerçekten gittiğini?:)) ”
Annemin harici belleği yandı ve bütün bilgileri kayboldu.  Ama ben biliyorum annem İngiltere’ye hem de Exeter’e ve de Londra’ya gitti. Nereden mi biliyorum, annem yalan söylemez ki? J Hem bana İngiltere’den kıyafet almış. Erkek olacağımı sanarak football yazılı lacivert bir tşört bile almış. Bunları alırken Burcu Teyze de oradaymış, ah Burcu Teyze annemin en sevdiği arkadaşlarından biri… O da primarktan alışveriş yapıyormuş ama o yeğenlerine alıyormuş. J Yollarının İngiltere’de kesiştiği Burcu Teyzemle annem Türkiye döndüklerinde daha çok bebek kıyafeti alır oldular acaba neden?
Annem döndüğünde  şoke olmuş gibi dolaşmış bir süre, babam diyor. Beğenmemiş yolları falan orası çok temiz ve düzenli bir yermiş. Hatta benimle ve babamla bir daha gidecekmiş.
Neyse, sonra annemler tatile giderler 2010 yazında Konya, Ihlara vadisi, Göreme ve Ankara.  Konya orduevinde kalıp evlilik yıldönümlerini kutlarlar 9 Ağustos 2010’da. (ve bu döneme ait fotograflar da yok ellerinde ehuehuJ ) Ah o Ihlara vadisi gezisi, kaç yüz basamağı inip vadi boyunca yürümek ve suyun içinde gözleme yiyip çay içmek... annemin aklında kalan en güzel anlardan biri. Sonra peri bacaları ve de tas kebabı, böyle kebabı  tası kırıp da yiyorsun, ilginç… annem muhtemelen bunları bana söz gider yazı kalır mantığıyla anlatmıştır benim yazacağımı bildiği için. Annemin aklındaki mutlu anlar bu anlar.
Ve Ankara… ve de ramazan. Annem uyanık geçinen saf yürekli bir kadındır. Allah’a dua eder;
“ Allah’ım ramazandan önce hamile olayım. ( da oruç tutmayayım.)” Allah annemin iyi yürekliliğine duasını kabul eder ve de annem bana hamiledir ramazanda. Fakat duada geçmeyen , Allah’ın ise bildiği oruç tutmayayım bölümü için de Allah onu cezalandırır ve de annem hamile olduğunu bilmeden bütün ramazan oruç tutar. Yani hem hamiledir hem de oruçlu :D .   Nihayetinde duası kabul olmuştur.  
İşte ben yani Elif , bir cenin olarak annemin karnındayım yıl 2010…
Bundan sonraki bölümleri de sonra yazarım blog. Ben yine iyiyim annem çok tembel biraz da özgüvensiz. Güzel olmadı diye yazdıklarını siliyor hep. Ama ben yazacağım sana içimden geliyor çünkü.
Annecim seni çok seviyorum, babamı da. Görüşürüz…

En çok gülüşünü seviyorum...

Annem canım kızım,
O kadar masumsun ki...Kollarını iki yana açmış mışıl mışıl uyuyorsun... Arada bir yumruklarını sıkıp, bacaklarını yukarı çekip dudaklarını büzüştürüp geriniyorsun. Ama ben en çok uyurken sanki karşında ben varmışım gibi gülüşünü seviyorum... hani nasıl desem 2 sn.lik gülüşler bunlar. Dudagının bir tarafıyla gülüyorsun sanki "naber?" der gibi. Sonra yine o ciddi haline bürünüyorsun.
Annem ben senin en çok gülüşünü seviyorum.



30 Temmuz 2011 Cumartesi

Saçların ya da tüylerin...

Canım kızım
benim saçsız kızım...
Hamileliğimde midem hiç ekşimedi, yanmadı, acımadı. Saçsız doğacağını buradan bilmeliymişim. Başında saçı andıran tüyler var henüz. Ben onları bile kale alıp taradım biliyor musun?Aynur Teyzenin senin için aldığı fırçayla arkadan öne doğru taradım,sonra ortadan ikiye ayırdım tüylerini ki onlar sen doğduğundan beri ortadan ikiye ayrık aslında.
Hayal ediyorum, saçlarını iki yandan bağlayıp paytak paytak yürüyeceğin günlerini, onları örüp seni okula bırakacağım günlerini, ergenlik döneminde elletmeyeğin, saatlerce aynanın karşısında düzleştirmeye ya da kıvırcık yapmaya çalışacağın günleri, kuaförden çıkmacağın günleri, gelin saçının yapılacağı günü, doğumundan önce uğraşamam deyip kestireceğin günü ve torunumun saçsız başını tarayacağım günleri hayal ediyorum ve sabırsızlıkla, heyecanla, aşkla bekliyorum.
Ve bu arada
 başının tam tepe noktasında bir kaç tane uzun tel var,yaklaşık 3-4cm, onları bile parmaklarımla tutup sevmek beni çok mutlu ediyor annemm...

28 Temmuz 2011 Perşembe

Ani ani ani ani Maşşşallah

     Sol koluma yatırdım, bakışların bakışlarımla kesişiyor. Yüzün ekşidikçe ekşiyor.Ağlamayasın diye pışpışlıyorum seni. Dış seslerden rahatsız olmayasın diye sağ elimle kulağını kapatırken bir yandan da saçsız başını tutuyorum beynin sallamamdan sarsılmasın diye. Tabii işe yarıyor mu hiçbir fikrim yok. Yüzün gene ekşiyor, canım sıkılıyor. Kafamda "ani ani ani ani maşallah" sesleri yankılanıyor."Ani ani ani ani" Muğlalıların kullandığı aman aman manasında yöresel bir ünlem-sanırım. "Maşallah" da nazar değmesin diye kullanılan bir kelime herkesin bildiği üzere. Buraya kadar canımı sıkan ve de kafamda yankı olmasına sebep bir şey yok. Ama cümle bununla bitmiyor ; "ani ani ani ani maşallah, hep böyle kendi kendine mi uyur?" (Uyumaz! diyorum ekşiyen yüzüne bakarken şimdi.) "Yani işte her bebek gibi uyur , bazen uyumaz" diyorum yalan olmasın diye ama bir yandan da korkuyorum nazar değecek diye çünkü sen hep böyle uyuyorsun/uyuyordun. Korktuğum başıma geldi.  Sol koluma yatırdım,bakışların bakışlarımla kesişiyor. Yüzün ekşidikçe ekşiyor.Ağlamayasın diye pışpışlıyorum seni. Pış pış pış....